30 Aralık 2010 Perşembe

Hayde Mahallebi Oğlanı, Biraz da Yumurtanın Yordamı, Birde Muhallebiden Memleketi Soyanı; Peki Ya Var mı Bunun Benden Başka Soranı ?

Hayde Mahallebi Oğlanı, Biraz da Yumurtanın Yordamı,

Birde Muhallebiden Memleketi Soyanı;

Peki Ya Var mı Bunun Benden Başka Soranı ?

İstiklal caddesindeyiz,
İstikbal henüz yaylı yatak olmamış uyum adına kilerler boşalmamış...
80’li yıllar şiddetini hala vatandaşın sırtına kambur olarak yüklemekte.
Bu arada T.C. 780 milyar dolarlık borç enkazı altına girmemekde...
70 cente muhtaç bir günden bol yıldızlı apoletlerde hüküm sürmekde...
01 den sonra sokağa çıkma yasağı ise hala var.

O gece, yapışkan çamurlu ve sahte parketaşı desenli caddeden, çakır keyif bir durumda meydana doğru akmaktayım...
Kimi köşede kararmış vitrinlerin dibine çökmüş ayyaşlar veya nameli turlar atan birkaç travesti kentin dekoru olarak göze sıra dışı çarpmaktalar.
En saklı gri gölgelerde ise torbacılar polis gözetiminde uyuşturucu pazarlamaktalar. Çisil çisil yağan yağmur ufak darbelerini yanaklarıma dokundurmakda. Fransız Konsolosluğu önünde çek yapısı tüfekler ile askerler durmakta... Sert ayazın gücü göz pınarlarıma birkaç damla üşüme yaşını da istemdışı oturtmakta...

Işıltılı tekfen ampullü çakma saray avizesini çoktan kapatmış muhallebicinin içerisindeki loş floresana takılmamadan geçilmiyor... Yağ bağlamış camların ardında lağım faresi boyundaki canlıların fingirdediği börekçi vitrinin önündeki bodrum ızgarasının üzreinde üç beş sokak çocuğu birbirine sokulmuş ısınmaya ve uyumaya çalışmakta...

Henüz İstanbul defterdarı olmamış bir zatın silüeti ise, birkaç gün önce babaannem ile yemek yediğim o mekanın içerisinde sanki hala sahanda yumurta ile tıkınmakda...

Parkadan bozma kabanı ile babasını Cinderesi’nden tanıdığım bıçkın delikanlı beni görmezden gelip yönünü değiştirierek Büyükparmakkapıya dalıyor... Oysa kendisi alışın verişin merkezlerinde valet servis değil Sıraselvilerdeki marjinal kulüplerde o yıllarda ototpark görevlisi olarak hafızamda zaten yer almakta...

Yıllar yılları, durumlar kurumları kovaladıktan sonra yeniden aynı coğrafyadayım. Bu kez kafam çakır değil ancak gönlümde dalga geçen ritim dol karabakır İstiklal’de bir kez daha hayatın tozunu attırmaktayım. Atı alan Üsküdar’ı geçip havuzlu villaya yerleşmiş. İpe un serene iğne batmış, ipliği pazara çıkmış, unu eleyip eleyip duvara astığında ise oğlu postarize pastorize siyasetten yararlanıp Bandırma ve Balıkesir arasındaki arsaların tamamını meğerse çoktan kapmış...

Mahallevi muhalaebici dünyalığını yapmış,
Bu arada Tüpçü sarayları şuursuzca hüplemiş.
Alışın -Verişin Merkezi diye bir perefabrikeye daha temel atmış...
Bıçkın delikanlıya gelince:
O’nun zaten anası malum zatmış. Meğerse avradında da korumalar korumasız yaklaşırmış...
EŞ, MEŞ, KEŞ DERKEN BAŞKANLIKLAR ARTIK KEŞMEKEŞ BİR LEŞMİŞ.

Muhallebi yememiş ama ilim yaymada takunya kemirmiş velet artık zenginmiş,
Mahallevi itin kursağı eğrisi ise şimdi siyonistin köpeğiymiş.
Beyaz Ev, Beyaz Saray olmuş,
Simitçi ise köşede altın bulmuş.
Düğün Sarayı gecekondudan doğmuş, alkolü yasaklamış durmuş.
Aslında Belediye Sarayları bütçeleri lop lop yutmuş.

Sırada Adalet Sarayı var
Bu ülkede utanılacak en son radde bence bu kadar !
Varsın Yapsınlar, Yaysın satsınlar, Yapsın da satsınlar...
Cürümden Saray yapıp çimentoya ekmek bansınlar.
Balıkesir Bandırma boşver gerisine daldırma ,
Gün gelir devran döner keserin sapı olacakları bu günden beller...

Barbaros Şansal

23 Aralık 2010 Perşembe

KİMİ DER: ANA DİLİ, OYSA ASLI BABA DİLİ.. BENİMKİSİ İSE EKMEK ARASI DİLLİ Mİ?

Bir milleti illet etmenin yolu dilini tamamen yok etmekten geçer.

Bu kez kendimi tekrar olsa da, 2 yıldır yazdığım,söylediğim ve anlattığım gerçekler belki bir anlam ifade eder.

‘’ Düşündüğün dilde seviş ; Düşmanının dilinde savaş ‘’

Elbetde bazılarınca ve karınca kararınca sansürcü zihniyetlerin makasının darbesini yer.
Sev ve sav yapılır; tanıtımlardan ve ifadelerimden kesilerek atılan ‘’AŞ ‘’ ve ‘’ İŞ ‘’ e şaşırarak naılır ve ağzı kıçı açıkda kalınır.
İşte bu yüzden insan denen hayvan iki delikli bir silindir olarak anılır.
Bazen ağzından laf yerine ne çıkacak diye bakılırken aslında ardından laf yerine ne çıktığına şaşırılır...

Başbakan aniden Frankofon olur...
‘’savunmaya’’ Rasmuusen (!) misali ‘’ defans’’ der.
Oysa yurda hasta ve fakir gelmiştir milli futbolcu ‘’lefter’’

Sonra çekirdek aile yapısına sıra gelir...
Nasıl çiftleşileceğini sabah vaazında sunan Star tv hatipi Sn,.Hatipoğlu; bu sefer çıtayı bir kez daha yukarı çeker ve ‘’tartışma’’ya ‘’argüman’’ der...
Aslında her hayır dan doğacakdır bir başka şer. Cuma hutbesinde cinsel organların nasıl yıkanacağını anlatan metinleri diyanet belirler!

Sırada ekonomi vardır. Artık kültür bütçeleri yapay mantardır.
Mezbahada defile, Haliç’de ise üniversite bilmem ki ne hanesidir?
Uzmanlar Hiçtinyeah‘den canlı yayında ''gösterge''ye ''indikatör'' der, bu durumda bu iş, burda bana da bir olanak sunar ey Hanımlar ve Beyler !!

-CE VE –CA:
Türkçe, İbranice, Arapca, hatta Amerikanca;
Oysa depremde kimbilir ne kaldı su altında Sapanca’da?
İngilizce, Kürtce, Almanca, Fransızca;
Halbuki ar namus değil aruz bile kalmadı cürüm yüzünden Çukurca’da...
Nasıl bakmalı peki kale alınası Çankaya’ya ?

-CI VE –Cİ:
Siyaesetçi, Kerhaneci, Lağamcı, Bozacı;
şimdi hepsinin şıracı sıralı şahitleri tesettürlü Modacı.
Politikacı, Arzuhalci, Güvenlikçi, Temizlikçi
Aslında yumurta rafadan değil Menemen de ki meymenetsizdendi.
Hedefleri belli ki; masum ve idealist öğrenci...

-IMSI VE –IMTRAK:
Liboşu olur mu olur ‘’Laikimsi Liberalimtrak’’,
Sabıkalı gazeteci köşe ise ihaleden naifimsi kadınımtrak.
Kimi ahmağımsı ermenimtrak,
Kiminin ise karısı bulmuş bir müstahdem, artık evlilikler nerede trak orada bırak...

-İST VE –İZM:
Faşist Siyonizm, Komünist İslamizm, Evangelist Pesimizm.

Meclis-i Mebusan da hepsine gerek sanırım birer Maskülist Feminizm...

-ER VE - ÖR:
Proleter olmuş ki ne olmuş her elde al bayrak paçavradan polyester,
Naylon eşarplı çoraplı karıları olan finiküler erler ise iktidarı dardan biraz da avantadan avatardan ihale bekler,
Moderatörün yeni trendi vibratör heyhat kalmadı ki üretici fabrikatör...

Ne yapmalı, ne yazmalı ki nasıl dili kaale almalı?

Dil yarası zor geçer.
Keskin dil küpüne zarar derler.
Sivri dil deler geçerse eğer.
Yamak’dan çatallı dil çıtayı bakın nasıl yukarı çeker!

Yabancı, ya da ana, hatta baba dilinde değil, kendi dilimde es de semir.
Yoksa adama, ''Ananı al git len'' diyenler anasını satmakla itham edilir.
Babayı gösterip de el altından dili sömürenler ise gün gelir ipliği pazarda gezdirilir...

Dil izidir canlıları hem genetik hem fiziksel hem kültürel belirleyen kayıtsız şatrsız hemde.
O zaman onların analayacağı dilden ‘digince’den eğitim isterim bende ☺
Nasılsa mentaliteleri kınadıklarından da beterdir. Eşşeğe altın semer vursan eşşek yine eşşekdir...

Önerilen digince aslında gerçek bir dil değil, ama esperanto’ya esparanza eder nazire !

PS: Alıktırmayın, maydonozları boyalı fönlü saçlı puri balamozları ey Lübinyalar! .Nasılsa budlar budu denyo meclislerinde nakintadan birer madi smilyalar,
Gacıları olmasaydı trışkadan kevaşe, mıncalarından naşlatılırmıydı cıvır mantilerle yasadışı koliler üstelik ceplerde çornavskyhemde madi berde !!!
Zamilyalara naş, Göz üstünde var derler bunlar adları olunca faraş kaş...



Barbaros ŞANSAL

15 Aralık 2010 Çarşamba

ÖDENECEK BEDEL VAR ! Haydi beyler size de hayirlı Bayramlar !

İlk kez dünyada ve Türkiye Cumhuriyeti’nde benden duyulacak bu konu bazılarinı rahatsız edecek olsa da, günü gelince durum açıkca ortaya dökülecekdir nasılsa!

Konun ne alaksı var demeyin bakın nasıl aile şirketleri ile sömürülüyormuş meğerse Magna Carta kisvesi ile bu dünya !

İşte ve ihalede her köşeyi köşegen olarak tutumuş çok değerli bazı köşe yazarlarımz da, bakalım nasıl ötecekler o gün bas bas paraları Leyla’ya misali kendi sütunlarında?

Büyük bir ihtimal ile, Oprah Winfre’ in tanıtacağı ve henüz yazılmakda olan bir belgeselden kimsenin haberi yok … Nedense bizim ülkemizdeki haberler hep cinselllik , cinayet, hırsızlık , koca bulma, yemek yeme vs vs üzerine ama artık karnımız bu savsatalara gerçekden tok ..

Adana’da döner bıçaklı kavga, Tarsus’da otoyolda canpazarı ve patlayan silikonlar… Günde 30 tane perakende haber adına medyamızda servis edilir hala, Oysa, oh ne ala Mualla çokdan tarih oldu moda dünyasında..

Yakında tüm milletlerin tartışacağı bu eser, aslında İranlı bir işkadının kaleminden dökülecek. Kaleminden meni damlayan ahlak zabıtalarına inat yeri göğü inletecek ..

Amcandan çocuk yapma klavuzu,, ensestinin dine uydurulma kurgusu gibi ahlaksızlıkların nasıl İran’da yasallaşarak Türkiye Cumhuriyeti’nin dibine dinamit konduğu gözler önüne serilecek..

Nerden mi biliyorum ?
Çünü bir ülkenin kaderini, o ülkenin en meşhur kuaförlerinde vesikalık resim alarak belgelemek mümkün. Ama en güçlü terzilerinin boy aynasında ise, o güçlü zannedilen adamların boş boğaz karılarının karın yağlarını kapatmaya çalıştığı ve avanta elbise peşinde koştuğu prova odasında ise kaydetmek hem kolay hem de düzgün…
İşte bende bu İran’lı hanımı bu aynalar vasıtası ile tanıdığıma artık değilim pek üzgün..Şimdi bilgim var ancak söyeleyem erkenden ki olmasın bazıları süzgün…

Dubai’den Marbella’ya, Gstaad,dan Londra’ya hatta İstanbul’dan Urumiye’ye uzanan uzun yılların hikayesi geliyor … Öyle ki, keklik çukurovada avlanıp soğan düz ovada terletiliyor.. Damatların yüzbinlerce dolarlık ipek halıları uçup, Amerika’daki abilere bile uçanhalı olarak servis edilebiliniyor…İpliği pazara çıkmak üzere olan mecra ununu eleğip duvara astığı eleğini tef ve def olarak yeniden eline almaya çalışıyor..

5 kopek aile ve 25 çöpçü balık kılıklı maaile bu ülkede yakında ipe un sermeye ise sanki meğil veriyor.. Dünyanın binde beşi lop lop yutarken, kalanı nedense hep yanlış kıblelere secd ettiriliyor..

Önce İngilize daha sonra da Türkçe yayınlanacak bu esere hazır olmalı mı, yoksa hazıra konmalı mı bilinmez ama nice güçlü o adamlar; kendileri dikemedikleri için dikişlerini diktirtmek üzere karılarını terzilerine yollayıp, sonra da, o terziyi arayıp : ‘’ Ellerine sağlık çok güzel dikmişsin ‘’ dekilerine millet işin aslını anlayıp kıs kıs gülmeye hazırlanıyor.. Aile arası evlilikler ile içeride kalan servetlerin özürlü bebeleri ise artık pek miras yedi olamayacak gibi darlanıyor..

Bu durumda bayramlık ağzıma biber yerine Monsanto’nun güçlü salçasını sunan delikanlılar kaçacak delik arar gibi szılanıyor..

Hatasız kul olmazmış ama hayasız kurbanlıklar ile ibadet hivabet ile hitabete dönüştürülürken , bir kez daha yamak kol geziyor …

FARKINDA MIYIZ ? YOKSA İŞİN FARKLILIĞINDA MIYIZ?..

İnsanlar doğarken adlarını, dillerini, dinlerini, cinslerini ailelerini ve isimlerini ve de tabi ki genetiklerini maalesef seçemiyor, ömür boyu bunu değiştirmeye çalışınca da rezil olup devşiriliveriyor.. Oysa işin diğer yanından bakınca bambaşka bir tablo günümüzde tokat gibi göze çarpıyor…

Geçen yıl, Hülya Avşar Show’da ‘’Kamburlarınızı donanım yapın! ‘’ dediğimde, hanımefendi, aylık binlerce lira olan kazancının etkisinden olsa gerek; stüdyodaki kameramana dönüp ‘’ Buyrun bakalım. Biri bana bunu açıklasın , Kameraman arkadaşım sen söyle . Ne demek şimdi bu ? Barbaros beyin dedikleri için alt yazı alalım lütfen !’’ demiş ,Sonra tv eleştirmenleri ‘Konuğu soruyor, Hülya Avşar dinliyor’ yazarak dalga geçmiş idi .. Günümüzde ise zaten Hülya Avşar ve Gülben Ergen entellektüelizmi alman yazar Geothe ‘ye denkleşdi..Yani ortalık artık leş gibi …

Bu kez şaşkınlığınızı bir kenara bırakın ve ben Terzi Yamağı Barbaros Şansal’ın dünya görüşüne göz atarak hayata bir başka açıdan bakmaya başlayın ki ‘’Fark yaratın’’

Yaftalar ve korkular olmadan , önyargısız ve infazsız bir yaşama ‘’Hürriyetailem.com’’ ile kol açın ki sevgi, saygı ve güven üçgenine oturtulmuş bir sabit duruşu sıçrama tahtası yapabilelim..

Hiç işe yaramaz zannedilen, kum çölündeki kambur zannetdiğimiz devenin hörgücü karşımıza en kutsal sliah olarak çıkacağını bilerek korkulardan kurtulalım..
Çünkü George Mac Donald’a göre korku en büyük düşmandır. Korkuları silah olarak kullanır ve en tehlikeli düşmana dönüşür. İnsanlığn ortak korkusu yokdur , Doğuşdan da gelmez korku . Sonradan kazanılır ve harcanması zordur . Mesela Sciofobi gibi ☺ (Gölgelerden Korkmak)…

Bir milleti imha etmenin yolu dilini imha etmekle başlar derler , Zat-ı muhteremler savunmaya defans der ise, ekonomi uzmanları göstergeyi indikatör diye söyler ise,
dini alimler tartışmayı argüman olarak seslendirir ise de bu durumda ben neden ‘’Azimle defekasyon, mermerde perforasyon’ ‘demeyeceğim ki ?

Sonra sıra çekirdek aile yapısına gelir ki, jüri üyesi transeksüellere bakire raporu düzeriz.

Sonra sıra kültüre gelir , enginar şenginara dönüşür, hopçu topçu, popçu türer ama BOP’çu gizlenir..

Sonradan olunmaz ise öyşe doğulur zaten, Tercihler ve Yönelimler yönetimlerce ellenmediği müddetçe donanımdır beşeriyete..

Bu yüzden bundan böyle sık sık sizlerle buralarda buluşacağız .. Sanal kanalı analiz edip kanalizasyona düşmeden hayatı yazacağız . Çünkü sözü süzmenin manası yok nasılsa özünde damıtılamıyor o yüzden süzünce daha da lezzetli damlıyor..

9 Aralık 2010 Perşembe

KARI TAVLAMANIN SONU TRİLYONLUK BOŞANMA TAV’IN 10. YILINDA KALKIŞ, KALMIŞ 10.SIRADA KALKMAYA VALLA !

Gecenin kabusuna dönüşen, divitin çizgili pijamalı ve atlet giymiş başbakan ile el ele yerdiğimiz halvetli döşeğimizdeki muhabbetimizin ardından sabaha karşı adeta zifaf gecesi sonunda şeytan bağlamış bir vaziyetde rüyamdan uyanıyorum,

Ununu eleyip duvara asmış ipe un seren tavırlıların rüyamda son derece munis, davetkar ve ihtiras dolu sureti guya bir tv kameramanının bodrum katındaki rurtubetli evin camının önünde cereyan etmiş. Günümüzde, omlet olsa ancak siyasilerin üzüm kırmızısı boyalı kafasına yetmeyecek pastorize yumurta zaten postarize politikalarına halt etmiş.

Çamlıca sırtlarından doğan güneş ters ışıktan dolayı, kara görünen bulutlara ulaşmadan kor rengi ışığını geçici bir sure için duvarıma vurmuş bile..
Çapaklı gözlerimi ovuşturup , akşamdan traşladığım nasırımın acısına aldırmadan doğruluyorum. Kocaman, kırılmaz bavula son bir göz atıp, hızla duşa dalıp, sinekkaydıyı yarına bırakıp hemen giyinip asansörü çağırıyorum..
Kentin daha keşmekeşe dönmemiş sahil yolundan Atatürk Havalimanı ‘na doğru yol almak üzere geç kalmamak için yardımcımla arabaya atlıyorum..

Yolculuk Afrikanın kuzeyi .Özel bir ziyaret sebeb i düzeyi…
Samatya civarlarını henüz geçmişken Toki,Tobb ve hadi sende kop misali her yere yeni yeni iliştirilmiş ya da reklam panosu dikilmiş çakma Dubai binaları görüntüleri bir kez daha rahatsız ediyor mahmurluğumu..
Malumunuz Jeep li VİP arabaları, çakaralmaz kılıklı led ışıklı otoların eşliğinde bir bir gelmekteler tercihli yoldan. Kimbilir ? Belki iş takibine ya da malum işleri işbilici ile bitirmeye ….

Uçuş kartımı alıp, Özal’ın takunyalarına TOKİ için peşkeş çekilmiş yurtdışına çıkış kelle harcını ödeyip , sanki kaçakçı ya da teröristmişiz gibi suratı sorunlu gümrük memurlarının da süzmesinden geçip hemen gümrüklü alana ulaşıyorum. Tım tıs ,dım tık; D&R gazinosundan hava limanının içine oynak bir göbek havası süzülüyor… Raflara dizili mastürbatif dergilerin tamamının kapağı ise E5 otoyolunda gece çalışan transseksüel kılıkli birbirinin benzeri bir çok kadın pazara konmuş.. Aklıma moda ikonları geliyor . Biricik Suden Paker umreye gidiyor..Yerli malı fıstıkçı, lokumcu dışında tek bir milli markanın olmadığı kapalı çarşı konseptli alanı geçip 308 nolu kapıya yöneliyorum…

Alan personeli ve yer ekibinin nezaketinin sebebini çok geçmeden ‘’Yemekteyiz’’ programına bağlı olduğunu anlıyorum, ‘’ ay barbunyanız harika, muhallebinin tarifini alabilirmiyim ..

Heygidi şehri Ulan Batur!
Mevhibe inönü , Toto Karaca, Hamiyet Yüceses, Müzeyyen Senar, Behiye Aksoy, Gönül Akkor’dan tut da , Özal , Yılmaz, Çiller, Erbakan, Yazıcı elbiselerini bu ülkeye sunmuşun 45 yıldır olmamış , şimdi meğerse şöhretin yolu zeytinyağlı dolmaymış…

Anons üzerine önce otobüse oradan da apron üzerinden Kahire uçağına binmek üzere uçağıma ulaşıyourm.. Yerlerimize yerleştikden sonar her tür güvenlik bilgisi bize sayısal ekranlar aracılığı ile anlatılıyor..
Motor çalıştırıyor ve pistbaşı yapmak üzere geri geri titreyerek park yerinden ayrılıp taxi yapmaya başlıyoruz…

Gözüm camdan dışarı dalmış, öğleye giri vuran bulanık günışığının altındaki etrafa göz atıyorum. Süleyman Demirel ‘in açılışını yaptığı mekan da dahil olmak üzere terminal binaları çokdan gözden ırakda..
Cat 3-4 ise üzeri kepçeler kamyonlar ile harıl harıl çalışmakta..
Henüz hangarların önüne geliyoruz ki uçağın artık yol almadığını görüyorum ., Ve olağan hale gelen bu ahmaklığa içimden okkalı bir küfür gönderiyorum ..
Deve kervanına bile yetmeyecek çevre ve iniş kalkış düzenlenmelerinin muhlis ve müsrif kahramanlarını anıp zaten kurban niyetine deve kesen hicive pek şaşmıyorum…

Aklıma birden aynı binada komşum olan bir avukata gelen hanımın beni görünce merdivenlerden koşarak nasıl kaçıp saklandığı geliyor .. Sosyal payalaşıma isim vermeden yazdığımda tüm günlük müstakil siyasi gezetelerin nasılda sayfalarına taşıdıkları hatırlanıyor.. Eee, Tezek kokan alanlar birilerini harmanlarken asıl temelli çoktan atılanlar nadasda yatıyor..Hemde epey ortak dostumuzun olduğu ve nice yıllardır büyükelçilikler vasıtası ile ne tarz çıkar ilişkilerini kurduğunu bildiğim halde ..

Derken pilot beyin anonsu geliveriyor transistörlü hurda radyo kıvamındaki hoperlörlerden

‘’KALKIŞDA 10. SIRADA OLDUĞUMUZDAN ……….. 1 SAAT 15 DAKİKA ’’

Şaha kalkışta bazılarının iddasına gore bu ülke nasılsa.
Ama ha bire havaalanı inşa eden zihniyet nedense iniş kalkış apronunun tamirat inşaatında müteaahid şöförünün arabasıyla formula 1 denemesi yaptırtmakta …

Bakın 10 yılında bugün Tav..
Kimbilir etrafından şer sokan kötü herifler yeniden nelere tav ?
Ama yolcu olmuş nasılsa kalkmaya 10 kala keklik gibi bir av..
Alan razı, alan vergisi veren zaten kazı kazan kazığı …
Şimdi ele almalı bam teliyle dalga geçmek için Aşık Veysel sazını.
Nasılsa rüyamda boş boş bakanın tasviriydi zebani halindeki azmanı..
Demk ki buna sebep olan aklı selim beylere de iyi uçuşlar demek hakkım var
Ister kendilerine ister karılarına artık gönül rahatlığı ile güle oyanaya kullansınlar….

Uç uç böceğim annen sana peçe takunya alacak ,
Kıçı açık sermaye yakında kıçına teneke bağlayacak ….

7 Aralık 2010 Salı

mısır mı kısır mı..

Eskiden (1. 12 Eylül) vergiler yol, su yerine elektrik ve cop olarak dönerdi size , değişim ise (2. 12 Eylül) o cobu armağan etmiş meğerse öğrenci karnındaki hamile bebeğe bile...Hadsizliğin kara lekesi ...

Mısır mı, kısır mı? Yoksa Tüp bebek meselesi bir başka nasır mı ?

Yapalım elbet .
Emir etsinler, 3 değil 5 tane,hatta 5 de yetmez 7 tane yapalım.
Yedi kocalı Hürmüz’e sanırım pek erkek kalmadı, işi tüple idare edip sonra top kek kılıklı engelli geleceğimize ağlamayalım…

Birkaç yıl önceydi. Bitişik binadaki büyük şirket kiraladığı mağazayı bırakıp henüz oradan ayrılmıştı. Kiralık levhası asıldıktan bir kaç gün sonra levhanın orada olmadığını, yerine dev bir reklam etiketi yapıştırıldığını fark ettim .
Nerede ise hayır kurumu olarak çalışan anne ve çocuk sağlığı merkezini andıran bir de şefkat dolu logosu vardı..
Kocaman afişte ise :‘’Tüp Bebek Merkezi’’ ..

Adeta, lüks bir havalimanı görüntüsündeki modern ve davetkar cephe biter bitmez servise açıldı ve çok geçmeden iş hanının üstkatlarında da aynı tarz dekorasyonun perdeleri belirmeye başladı . Perdesiz pencere, kiralık ya da satılık ev demekti hani ya, ama bu kez satılan yasadışı ahlaksızlıktı o tüllerin ardında belli ki birşeyler saklanmakdaydı…

Ünlü bir özel hastahanede görevli bir ve bay bir bayan hekim kurmuştu bu akıllı zihniyeti çakal olan tezgah şirketini..Çok geçmeden, giden gelen nüfusunun anlaşıldı ki, hepsi tesettürlü şahsiyetleri.. Demek ki neymiş emir ile değil, doğa zaten el verirmiş canı, eğer varsa ahlaklının doğacak bebeğini..

Zaten ülkemizdeki tüp bebek merkezlerinin nerede ise tamamı yasalara aykırı inşa edilmiş ve ruhsst verilmişmiş.. Vakıf Gureba ya da Zeynep Kamil hatta Sülaymaniye doğum evinin modası geçmişmiş. Şimdilerde ise pahalı bir butik misali, anlaşılmaz latince adlı afişi ve kredi kartına taksitle ödeme imkanlı artık hepsinin ticarethaneleri imiş…Genel sermaye tüplerini bağlatmışlar ile zaten günümüzde bir yandan da kerhane işletmekteymiş..

Sadede gelelim.
Merakımı celbetti bir de ben araştırayım dedim..
Meğerse eksi 140 derecede dondurulmuş sperm yada yumurtaların embriyoların gizeminde neler varmış neler . İnek döller gibi bizim insan koyun olur meler…
% 17 sinde sizofreni, %66 sında kalıtımsal hastalık iddaları..
%80 eksiklik ise erkeklik sperminden kaynaklı, bu durumda donor (bağışçı) menşeyi dosyalarda saklı . Hapishanelerden elde edilen sperm miktarı genelin % 50 sini çokdan aşdı. Zaten millet gelecekde açtı…

İnsanoğlu engellisini üreten ve doğduğunda yaşatan tek canlı .. Doğal seleksiyonun mükemmeliyetine hep karşı . Çünki aklındaki tek servet alışın verişin çarşılarında saklı …

Sadede devam edelim ,
Kaçak hastahane döllemeye gizli gizli devam ediyor . Üst katalara açılmış hasta odaları tesbit durumunda 6 aylık cenine bile kürtaj uyagulayıp kamu çöpüne atmayı gayet iyi beceriyor . Tıbbi atık altında ise sadece yurtdışından ithal tıbbi techizat ve malzeme atığı bulunuyor…( aksini iddaa edene noter onaylı fotograflar sunulur ! ) Ama sağlık bakanlığı ve belediyte ile bunlar belli ki bir şekilde andlaşma ve paylaşma yolu bulunarak toplatılıyor..

Sababade de gelelim,
Malum suni dölleme merkezinin arka sokağa bakan cephelerine dev komprosörler yerleştirilmiş…Sokak sakinlerinde uyku haram …
Kent içinde 90 desibeli geçmiyecek ses sınırı, komprosörler ile zaten kara kent gecelerini haram aman aman edermiş ..
Şikayetçi oluyoruz.. Çevre ve orman bakanlığı gelip ölçüm yapıyor.. 120 desibel sese hemen uyarı yazılıyor..
Bir kaç gün sonar iki patron al el usül bir pastahaneden aldıkları vakum naylunlu çikulata ile damlıyorlar özür dilemeye.. Hemen tedbir alacaklarını ses yalıtımı yapacaklarını onaylayıp ayrılıyorlar sahte bir gülümseme ile…

Bakkal brandası kılıklı kırmızı körüklü bir güneşlik yerleştiriliyor bir kaç güne kompresör canavarlarının üzerine.. Ses azalacağına, bir de pvc naylonun titreşimi ile artmış nedense.. Geceyi bekliyor ve aynı ekibi tekrar arıyoruz..
Bu kez gelen ekip, care yok binanın elektriğini kesmek zorunda kalıyor..

Hamile öğrencinin karnındaki bebeği coplayan zihniyete inat bizde milyonlarca embriyoyu omlet yapıyoruz böylece . Ve zannımca SGK ya daha fazla doğacak engelli yükü koymuyoruz o gece …

Karanlığa düşmek yada düşürülmek değil ki asıl mesele, onu akıl ışığı ile aydınlatmakdır kurtuluşun anahtarı en çaresiz anda bile !

5 Aralık 2010 Pazar

MODİFİYE EDİLMİŞ ÜTÜ, SÖZÜN OLUR MU ÖZÜ ?

MODİFİYE EDİLMİŞ ÜTÜ, SÖZÜN OLUR MU ÖZÜ ?

Okumakta olduğunuz bu yazı aslında iki kere yazılmış ama hiç sansürlenmemiş olup, okuyanlar varacakları kanıdan kendilerini şimdiden sorumlu tutmayı onaylar ! Anlaştık mı ?

Efendim, bu kez nasıl kafa ütülemeden çocuk dürülür onu ele aldım . Ancak bazı şeyleri aklım almadı, O yüzden ortaya bir fikir sepeti atamaya karar vedim ve kararı size bırakıyorum...

Bozkırdayım .
Bozayıların, hamamda kocakarılarının nasıl bayıldığına şahit olmaktayım .. Türk çocuklarının, Ankara’da gözlemlediğim kadarı ile nasıl kanırtıldığına ise şaşıp, kalıp sabunu gibi olmaktayım..

Dev Yıldırım Mayruk Retrospektifi, 10. Yıl yerleştirmesi için Ankamall’da, el ( seyahat) ütüsü aramaktayım. Her markada 30 çeşit fön makinası, 50 çeşit elektrikli süpürge, 100 çeşit fritöz var.. Ancak minik bir seyahat ütüsü sanırım el altından yasadışı getirilmek zorunda. Kat kat, dükkan dükkan dolanıp yalvarmaktan yalpa vurmaktayım.. Hazineden hazneli sermaye, hala kredi kartına taksitle cebini doldurup ülkeyi makine ve elektrikli ev aleti çöplüğüne döndürmeye ise alanen yoğunlaşmakta..Zaten eğitimsiz satış elemanlarına aldırmamakta ve gazamın müberak olması için yalın kılıç yürüyenmerdivenlere tırmanmaktayım..

Ne alaka demeyin sakın ? O arada, karnında veledi, elinde ite ite market sepeti , etrafında ise iki tane azgın yezidi ile , adeta mayın gibi gezinen insanlardan zor sakınmakdayım ..

Evet, ama 0-5 yaşa gurubunu eğitemeyen malum aile yapısına el atanlara sanırım ki hak verip, bu davranış ve eğitim karmaşasından dolayı mutluluk çubuğunu bazılarına da sunmakta sakınca bulmamaktayım..

Nasıl çocuk yetiştirmektir bu ?
Neden Türk’ler artık evlatlarının ( ki çoğu, henüz nekahatini bile bilmediğimz tüp bebeklerini draje sanarak, everfesan hayatlarındaki fesat akılları ile; üstelik canavarlarını kristal çocuk zannederek, dumura uğratmak için her türlü şımarıklık, küstahlık ve hadsizliği erdem sayarlar ?

Kısaca, benim babam senin babanı döver zihniyetli veletler neden canhıraş çığlıklı, arsız ailenin sessizliğine inat sesleri ile her yerde insanların canını sıkarlar ?

Neden 10 yaşındaki oğlan anası ile hamama gider ?
Neden 9 yaşındaki oğlanın teharatını umumi helada hala anası siler ?

Uyarmak mı ? Küçük prens değil, herbiri el ütüsü yerine buharlı pres oluşturuluverir de yanarsınız alim allah!

Lokantada oturmaz , çatal kaşık tutamaz bir nesil yetiştiriyoruz ...

Oysa İngilizler’de faktör anne ve baba değil, anneanne ve babaanne ! yani nineler ve dedelerin , gelenek ve göreneklerine ananeler de eklenip sosyal kurallar henüz küçükken işlenir..
İki bucuk yaşındaki bir prenses, aslında mama sandalyesinde kendi kendine sessizce çatal kaşıkla beslenebilir...

Araplar’da baba yok gibidir. Sadece o devletli kılıcının manevi gücü hissedilir.. Yağları ellerinden akıta akıta yeseler de aile sofrası hala biryerlerde el eledir...
8- 10 yaşından önce erkek ve kız evlatlar eğtimlerinden ayrılmazlar...

Afrika’da bile çocuk çocukdur . Fakirliği bile gururunda olsa da yaratıcılığını ve hiyerarşik yapıyı korur..
Bizde ise çişi gelmiş olan çocuk değil inanın boğazı da ağzı da artık bozuktur. Lütfen çocuklarımızın çocukluklarını çalmayalım . Lütfen onlara kocaman bozkır ayıları gibi bir duruma sokup yanlış yol aldırmayalım.. Eğitim aile içinde tamamlanır bunu asla akıldan çıkarmayalım : derim ya , yoksa benim annem senin anneni genelevinde görmüş bir vıcık yaşamın kıyısından gelecek nesilleri uçurumlara yuvarlayacağız...

MONİTÖRÜN YATAK ODASI ! VİBRATÖRÜN FABRIKASI OLURSA...

MONİTÖRÜN YATAK ODASI !
VİBRATÖRÜN FABRIKASI OLURSA...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yaşadığı dönemde, sinematografinin önemini defalarca dile getirmiş ve 20. yüzyılı bu silahın şekillendireceğini hep belirtmiş idi..Zaten sanata siyasetden daha da çok önem vermesi bilge kimliğinin en belirgin resmiydi...

2006 yılında, Habertürk, henüz ‘’N’aber RTÜK’’ (‘’Nasılsınız Rize Trabzon Üzümleri Kurusu ?anlamında’’ ) olmadan önce, merhum Ufuk Güldemir dönemimde, Melih Meriç desteği ile yapmış olduğum TOP’LU İĞNE adındaki ilk tv belgeselimde, Ata’nın bu sözünün ne denli önemli bir teşhis olduğunu bir kez daha anlamışdım..Çünkü İsviçre ARTE kanalı menşeyli Atatürk belgeselini kanalda bulamamış ve maalesef İHA ‘dan araklamşdım... Daha sonra 2008 de Sky Türk’deki Ç’ENGELLİ İĞNE adlı ikinci Denememde ise, yine aynı belgeseli o kanalda da bulamamış ve kendi arşivimden çıkarmışdım.
Hatırlayanlar biliriler. Yurdumuzun ilk kırmızı noktası içinde +12 ibaresit bulunan doğaçlama hazılanmış yapıtları idi bu programlar..
Zaten hemen ardından ekranlara +7, +13 ve +18 gibi bir sürü ibare kondurdular,:
Oysa Türk Hava Yollarında 13. Sırayı unuttular.
Ve eskimiş Film yıldızları ve Futbol ile havada hepimizi konforları ile uyuttular..
Yani, eninde sonunda adları Türk ama gerisi üfürük işlere şaşıp kalıveriyor bu durumda insan..Bol teşvik vaat etseler de ,Angut muyuz yoksa Angus’mu almıyor bazen dimam ...

Konuyla başlığın ne alaksı var diyecelksiniz değil mi ?
Var , hemde nasıl var .. Azzzz sonra , hemen reklamların ardından....

1905 de modanın yazılı resmi tarihi Doucet ve Worth adlı iki terzinin marka ve model tescili ile başlatmasından sonra yani 19. Yüzyıl sonunda artık opera, bale ve tiyatro imparatorluklarını sanayii devrimi ile hareketli resimlere (Sinema) kaptırıyordu..
Görsel yanıltmaların önü sonsuza dek hayal gücü ile açılıyor ve çok daha fazla kütleleri kandırmaya silah olamak üzere Avrupa’dan artık Emperyalizmin kalesine, yani Amerika’ya geçiyordu.. Fransız kadınının yüksek dikişi ve İngiliz Erkeğinin zarif elbiseleri artık Los Angeles Ve New york gölgesinde ayakda durmakda zorlanıyordu..Oysa imgenin simgeye dönüşmesi için önce dilin var olması gerektiği ve bunun ürününün, ilk başta edebiyat olması gerektiği nedense unutturuluyordu..

Devrinin şarkıcısı, oyuncusu, dansçısı ise o yılların aynı zmanda cinsellik ve magazin konusununda da epey malzeme oluyordu..
Bu yüzden sahne sanatlarının dönemindeki Josephine Baker adlı Fransız ajanın Cumhuriyetimizin 50. yılında AKM de platin Chycas ile ödüllendirilişi hep ilgimi çekmişdir..

Derken 60’lar ve 70’ler gelir.
Etekeler kısalırken , etiketler tüm dünyada enflasyonla uzar ve nihayet TELEVİZYON devreye girer. Artık başkanların sevgilisi Marilyn Monroe ‘ler yokdur . Zaten Bily Wilder’ın Sunset Bulvarı’ndaki Norma Desmond’u izlemişçesine; Cahide Sonku , elinde ispirto şişesi lle Kazancı yokuşunda ölü bulunmuşdur..

Perdesi ipe çekilmiş sahnelerin ardındaki kulislerdeki kıpraşmalar ve kırıştırmalar , sinema setlerindeki klikker ( motor diyen ve kayıt bilgilerini bölümbaşlarında belirleyen siyah beyaz tabla )devamlılıklarına artık pek bulamaz hale sokulmuşdur .. Direkler arası tarih olmuş, Tepebaşı Sahnesi yanmış ve Cumhuriyet gazinosunda imamın karısı Sevtap Çetin kale mini eteği ile bayan bacak Serpil Örümcer’e rakip olarak sahne aldırılmışdır ....

Ve sonunda Televizyon gelir.. Önce Bihter’in (Müjde Ar) gazozu ekranlara düşmeden ve eşi rahmetli Samim Değer ölmeden önce, Ustam Yıldırım Mayruk beyefendiin diktiği şifon elbise, Kilyos sahillerinde Fuar kolanyaları ile ıslanmaya ve ortalığı ıslatmaya başlar . Ardından erotizm rüzgarı Ali Poyrazoğlu, Aydemir Akbaş, Figen Han ve Feri Cansel’li filimler ile artık yatağa uzanmaya başlar ... İşsiz kalan Yıldızlar sahnelere dökülsede kendilerini toparlayamaz , Figüranlar kahvesindeki sümürülmüş emek ise bacakları kesik olarak artık İstiklal’de işporta ile hayatını kazanmakdadır. Oysa o devrin apımcı ve bazı yönetmenleri çokdan yalılarını alamış hatta ahlaklı yatırımları ve hayatları ile herkesie kendilerini örnek aldırmışdır Ve sonunda internetin gelişi ile Beyazcam’da kendini yanı ahlaksızlığın içinde bulmasının nedenini; tüm yaratıcılığının hala ereksiyonda olduğunu zanneden ahmaklığından soyutlayamaz ...

Canlı yayınlarda savaşlar arsızca çikulata ve sucuk tıkınılarak izlenerek kanıksattırlır.. o Arada beyaz eşya ,inşaat, faiz, ve lüks tüketim bir güzel halklara kaktırılır..
Haberler: cinayet, tecavüz, hırsızlık ve ahlaksızlık ile taçlandırırlır..
Magna Carta ise 800 yıl sonra hala sorgulanır.
Mekke , Kudüs ve Vatikan kutsal üçgeni artık mutlak iktidardadır..
Hamurabi’nin hamuru sonunda hamursuz çıkar ..
Yarma şeftali değil kesme Gül artık suçludur..
Yarmagül’ün ise suçu yokdur..
Zaten Bursa şeftalisi de artık yokdur...
Bu yüzden 45 yılda makas , iğne , iplik , bilgi, yatırım, ve istihdam ve de projje ile anlatamadıklarımı bir televizyon şovundaki, üzümlü Barbunya Ve Su muhallebisi ile nasılda dikkat çektirildiğime yanarım ..Bana yasak koymuş, koymakda olan ve koyacakların bu yüzden aklına hep şaşarım !!
Çünkü bu saatden sonra secd edeceğim tek kıble ereksiyon halindeki bir ahlaklı zekadır . Zaten =O’da Tabiat Ana’dır..

Gelelim artık şu işin sonuna ve oluruna :
Bu yazıyı klavyeden ekrana, oradan da bilgisayarımın hafızasına sizlere yollanmak üzere 11 000 metrede döktüğüm ve içinde bulunduğum Çek hava yollarına ait ‘’ Uçurgaç’’ iniş takımlarını açacak ve ben Prag ‘da birkaç gün bırakacak ..
Bu yolculukdan aklımda kalan en güzel anı belkide bu makale olacak, ancak;
Elbetde kendime göre doğru olan sonucu aklıma kazır iken size mecburan sadece icivini sızdıracak.. çünkü bataryam bitmek üzere ☺
Zaten hep bu yüzden ( Pil yetmeme durumu )
Monitörün yatak odası reklamların vibratörü olmuşdur..
Oysa ‘’Şeffaf gecelik yalnız kalbi arıyor.. break break’’ bir bir çıkış telsiz günlerinin yerini çokdan sosyal paylaşım siteleri doldurmuşdur...
Artık fabrika çıkış ayarları zor bulunur ..

Son 200 yılın kısa özeti basitçe budur .
Lütfen şarjlı pil bulundur ☺
Çünkü bu gidişle sonun zaten hakkın değil helanın deliğinin yoludur ...

Kasım 2010 Avrupa semaları

MA AİLE AİLE DE HADİSE VAR ! KİME GELİR BU İŞİN LEZZETİ DAR…

MA AİLE AİLE DE HADİSE VAR !
KİME GELİR BU İŞİN LEZZETİ DAR…

Hala, teyze, dayı hatta kuzen, biraz enişte, yanında bacanak, sonra da amca ve yeğen. Hadi basalım mı çamaşıra ortada yok iken evimizde lastik bir yuvarlak leğen ?

Ahmet , Osman, Hakan, Ayşe, Elif, Sevgi…
Oysa Dede Kortut zamanı isimler başka yolla karektere ve dileklere göre verilirdi..

Asker, memur, polis, zabıta, müdür.. Her meslekde elbet vardır tercihi saklı olasada özeli paldır küldüre gümbür gümbür..

Simitçi , siyasetçi, odacı, bozacı. Dürüyenin yada Aliyenin dediği ile tedavi olurmuydu Ankara’nın içoğlanı..

Sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin; Doğar doğmaz, vatandaşlarına pembe ve mavi nüfus kağıdı vererek nüfuz yarattığı inancı ile bu kez başka bir çeçeğin hüzününü anlatacağım size ..

Yani yok sayılan , zülüm gören ama en büyük yıldızlarının Bülent Ersoy Ve Zeki Müren olduğu bu ülkede hem de !

Önce doğar doğmaz oğlanlarımızın pipisi açıkda bir resmini alırız bir makineden , Eeee! Görmemişin oğlu olmuş, tutmuş çükünü koparmış mealinden..Ama çok azımızın vardır albümlerinde kukusu oratada bir kız bebek resmi . Hem de 3 çocuk doğurmuş bazı kadınların hayatlarında vajinalarını bile görmemiş hatta hiç orgazm yaşamamış olmaları gerçeği yer etmiş iken dilimizde ..

Önce lüle lüle saçlara toka ve kurdele oğlanlara , en fırfırlı entariler ve pembe yanaklara mıncık mıncık agu gu gu lu öpücükler herkesçe hem de bolca..Emekleme bittiğinde indir kucakdan ver eline hemen bir kamyon ve tabanca . Oysa yedi renkli yanar dönerler ile yatıyordu daha düne kadar yatağında..
Kızların eline tabiki bir emperyalist bebek. Barbie ya da Cindy.. Neredeydi Türkan İldeniz ‘in Taşra Kızının Deliceleri adlı şiiri..
Dahası da var elbet çocuklar ders çalışmaya ya da yatıya gidince arkadaşlarına; hemcinsi olması kaydıyla ancak izin sağlanır onlara..Önce öp yavrum, aşkın kim soruları nasıl bulsun genç nesil bu duruma doğruları?

Ya sonra ?
Ergenlik gelir çatar ve insanın kıt aklı ve beklenti çarkları doğal seleksiyona karşı kalkan olmaya kalkar..
Aynı rahimden üst üste doğan aynı cins insanın birinin muhakkak eşcinsel olacağı gerçeği nasılsa gözden kaçar ..

Oysa dışlamak , kışkışlamak yerine anlamak lazımdır o süreci. Çünkü sonradan olunmaz öyle doğulur sözü büyüleyici.. Hele de, insanların %10u eşcinsel ve %10 u heteroseksüel olunca , ne yaptığını bilmeyen %80 mi belirler süreci ?
Aseksüel, biseksüel, homoseksüel, heteroseksüel, metroseksüel, siberseksüel say say bitmiyor . Eşcinsel, düzcinsel, eğricinsel din iman dinlemiyor..Alfabenin her haline insanoğlu gerçekden bir başka pozisyon belirliyor..Peki bu durumda dünyanın en zeki 10 adamını da içine alan yumuşak ge li durum neden içimize sinmiyor ?

Yaz yamak yaz, kimbiliri kimin damağında tad!
Bu gidişle bu ülkede ;Elinde karısının makyaj aynasıyla etek tıraşı olan aile babalarının nersinde soda şişesi bulunacak !

26 Kasım 2010 Cuma

Şerefine Atam; zehirli boyalı şerefiyenin ya da şerefsizlerin kenefine dökmek üzere keyfimizin hülasasını umarım her bayram !

Yıl 1918, Anafartalar kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk,
Çekoslvakya’nın tarihi yeri Karlovy Vary’e varır..
Devrin en ünlü devlet adamlarından filozoflarına, sanatçılarından ajanlarına ve dünyanın çeşitli milyarderlerine kucak açmış bu doğa harikası termal ve içmeleri ile ünlü beldenin en önemli oteli Pupp Hotel’e ulaşır.
Yanında yolculuk için ihtiyaç duyacağı iki adet sandık vardır,
Birinde kitapları , diğerinde ise şık kostümleri..
Ne yazık ki yer yokdur. Kimbilir belki de ulu önder Atatürk’ü tanımamışlardır. Derhal yanındaki mihmandarına müdahele eder ve kim olduğunu asla açıklatmaz..Hemen karşısındaki Palace otele yerleşir. Her akşam, Maissen porselen ve siversmith gümüş servisi ile ünlü leziz yemeklerini Pupp otelin aynalı restoranınında yemeye başlar..

Bir kaç gün sonra bir gece Ata, Alman bir kıdemli askerin dikkatini çeker.
Generale, gazinin Türk komutan olduğu bilgisi verilir .
Masaya gelen general kendini tanıtır ve sorar : ‘’ Biz Almanlarda 60-70 yaşından önce bu makama ulaşılmaz .Siz Türk’lerde, nasıl oluyorda 37 yaşında bu mertebeyi oluşturabiliyorsunuz?.. Merak edenler bu münazaranın anektodunu araştırarak zeki bir manevra ile Gazi’nin generale ne cevap verdiğini bulabilirler elbet.. Birazdan aynı mekanın diğer yaşanmışını size aktardığımda inanın bazılarana olmayacak pek şerbet..

O tarihlerde Halife Padişah Vahdeddin ise Berlin’de dir...
I. Dünya savaşının rüzgarları daha dinmeden 2. nin meltemleri belli ki hissedilmekdedir....Yerin 2000 metre altından gelen demir oksit bakımından en zengin kabulen akarsu ise restoranın geniş camlarının önünden akıp gitmeye devam eder .Hemen köşeden, redöşose lokanta ile aynı seviyede kalan, Silindir şapkalı ve pelerinli sürücülerin kullandığı zarif ve şık Faytonlardaki aristokrat suratlar, camlardan içerisini meraklı bakışlar ile süzerek adeta at nalı seslerini tırıs tırıs makamına döndürmekdedir... Sablaj ,kristal Bohem avizelerin sessiz aydınlığına Moser kristal kadeh çınlamaları eşlik ederken, kuartet ortkestra, konukların arzularına uygun ahengli melodilere akan suyun debisine denk bir aşkla devam etmekdedir. Beyaz eldivenli servis mekanın adeta pandomimsel bir sanatının işaret dili olarak kullanıldığını göz kırparak sergiler...


Yıl 2010 ,
Aradan nerede ise 100 yıl geçmiştir..Çekoslavakya artık Prag Baharı’nın kanlı tank paletlerinin, Sürgün yıllarını Ankara’da geçiren Kurşenko’nun, hatta KGB nin ve Varşova Paktı’nın korku dolu olduğu yılları geride bırakmış, Slovenya’dan ayrılmış ve Çek Cumhuriyeti adını almıştır...

Bu kez, orta yaşlı bir esnaf, Türkiye Cumhuriyeti’nden bir Turizm şirketi ile yanında bir gurub yolcu ile Prag’dan Karlovy Vary’e, ÇeK bir otobüsle ama yarı Çek yarı Türk bir rehberl eşliğinde yol almaktadır..

Yakşalış 2 saatlik sürecin yarısı otoyol ve gerisi hala bakış açısı bol bir yol olarak geçecekdir.. Rehberin; monoton ancak gereksiz anlatısı cızırtılı mikrofondan başlar .. Civarlar göz alabildiğine hafif engebeli arazidir.Yeryer yıkık dökük birkaç eski endüstri ve tarım artığı bina dışında pek bir yapı göze batmaz..Genç rehber birkaç küçük öksürük uyarısı ile anlatıya başlar ‘’Kral’ın oğlu olmadığı için nasıl Lüksembourg Hanedanının damızlık yapıldığı ve Kral Karl (IV: Charles) ‘ın nasıl yaratıldığını , daha sonra Nasıl Vatikan ile Psikopos yada Piskopos (!) andlaşması yapıldığını,Çeklerin nasıl birayı bulup dünyaya tanıttığını, skoda araçlarını, Türk ordusnun silahlarının tedarikçisi olduklarını, Karaliçe Elisabeth in Kılıç zoruyla 300 yıl önce kiliseleri nasıl kapatıp yerine okuma yazma kursları açtığını, Çek halkının %99.8 ile Avrupa şampiyonu olduğunu ve hala Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda 250 yıl geride olduğunu söyler....
Kanım donar,
Veledi zina kılıklı bir çakma rehber, onun parasını ödeyenlere hatta babasına bile hakaret etmişdir...Bu ne hadsizlikdir?
Daha sonra anlatmaya devam ettiği kimin kaç litre bira içtiği, şerbetçi otu etiği, Efes Pilsenin in bile patentini buradan sağladığı ,hatta Saadettin Saran’ın satın aldığı devlet hava yolları bilgileri gibi laflar bile bir kulağımızdan girerken diğerinden çıkar gider ...

Carlovy Vary ağaçlı tepeler arasından görünür..James Bond filminin çekildiği gazinonun önünde, başı öne eğik moralsiz ve sessiz grup otobüsünden iner. Ve duvara asılı Sigmond Freud levhasının yanındaki M. Kemal ATATURK . (Türkiye Cumhuriyeti Kurucus) 1918 levhasında karşılanır.. Moralller yerine gelir..

Nasılsa, o an, orta yaşlı yolcuya, Pupp Hotelin redöşose camlarından sanki biri bakar gibi gelir. Gurubun öğlen yemeği davetinden vaz geçerek , kendi kurumsalının Ata’sını yani oratğı ve ustasını alarak hemen o yöne yol alır...
Tarihi Lobby aslında misafirlerini tütün odası ile karşılar , Oradan ana salona geçildiğinde Baroc ve Rococo karışımı ihtişamlı salondaki Marocain Bergere koltuklarda artık yaşlı alman turistler ve bir kaç rus fahişe dışında konuk göze batmaz .. Mevsim kışdır ve Carlvy Vary de zaman ölüdür..Anasalonu süzüp birkaç foto aldıkdan sonra iki yabancı yolcu aynalı restorana ulaşırlar.. Nazik bir karşılamadan ardından zaten o öğleden sonra 3 masanın konuk ağırladığı restoranda yer seçeneği kendilerine bırakılır... Onlarda biraz önce dışarıdan gördükleri salonun hemen hemen en startejik masası olan büyük aynanın yanındaki büyük camın önündeki ufak masaya doğru adımlarını atmaya başlarlar ..
Beyaz eldivenli garson siparişi alır..
Salonun sessiz ve zamanı donmuş atmosferinde yemeğe başlamak üzere içki dolu kadehlerini kaldıran iki adam tam kadehlerini tokuşturacakken 3. bir kadehin varlığı ile irkilip göz göze gelirler... Evet o oradadır.. Sükutun ağırlığı altında bir sessizlik adeta tüm salonu sarmışdır. Köşeden geçen atlı arabalar bile sanki ağır çekime düşmüşcesine herşey yavaşlamış zaman durmaya başlamışdır...

Orta yaşlı adamın eli titremekde gözlerinin pınarlarında ğaırlaşan yaşlar damlamamak üzere direnmekdedir.. Ustasının yanağından süzülen tek damlayı görünce daha fazla kendini tutamaz ve dudaklarına tuzlu gözyaşları deymeye başler...
Şefkatli bir görünmez el yanağından gözyaşlarını tüy değmişçesine bir dokunuşla ve İzmir imbatı serinliği ile alır .. Ve kulağına duyulmaz bir ses bazı sözler fısıldar... Birkaç saat yavaşlayan zaman inat su gibi akıp geçer.. Dönme vakti gelmişdir.. İki dost yolcu, duyduklarını kimseye anlatmayacaklarına dair söz verirler.. İki kap yemek bir salata birkaç kadehden sonra masadaki , bu günlere ve bu günki düzene yabancı ama çok eski O dost ile vedalaşarak ayrılırlar salondan.. Akarsuyun köşesinden devam ederken caddeye, son bir kez döner bakar orta yaşlı yolcu, Camın gerisinde o vakur mavi bakışlar ve biraz sigara dumanı kalmışdır. Bembeyaz yaka hala dimdik kolalı ama eller hala şefkat sklı olsada mağrurca sallanmakdadır...
O gün orada, Yalova termalinin yapılışındaki köşk için bir ağacı kesmek yerine koca köşkü kaydırmak değildir anlatılan . Çünkü köşk artık emperyalizm çanlarını çalmakdadır Çankaya kulelerinden..

Bayramlık ağzımla bitireyim bari ki lazımlık gerekmesin adam olana;
Cami şerefelerinden ezan yerine vaat dolu sahte evangelizmden vaaz, şerefsizlerden ise ahlak ve erdem yerine çaylak ve verem kılıklı siyonizmin sistemden başka laf gelmemekdedir artık ...

Anlaşılan ve kayda geçen sözlerin hülasası bekler ahlaksız vatan hainlerini her zaman. Yenilen 2 kab yemek bir kaç kadeh içikinin ardından akalacak olan istedikleri an faiziyle önlerine getirilecekdir hülasa ül alalı haram ...

Açıklama :
Bu hikayedeki 2 kişi ben ve Yıldırım Mayruk değildik !
Zaten böyle şeyler gerçek olamazdı . Masal yani..
Kimse bize birşey fısıldamadı, Sarhoş masasındaydık ama yeteri kadar ahlaklı . Dolaysıyla, değildi ki kimse kutsal adaklara Zekeriya sofrası..
Hayali karekter ise hiç var olmadı bu dünyada kimse korkmasın .
Ancak onun sülietinin arkasına saklanıp kimsede insanları soymasın ,
Çünkü analarının arabezi artık ortak pazardan, valla çatlarlar ayakkabı ve çanta zengini karıları nazardan!! Hayasız evlatlarına zaten lafım yok ..

Bu arada, Türkçe bilmeyene bir açıklama var altda , 2010 usulü değil 1918 misali bir anlayışla .

Atatürk |ˌatəˈtərk|
Atatürk, Kemal (1881–1938), Turkish general and statesman; president 1923–38; born Mustafa Kemal; also called Kemal Pasha. As the first president of the Turkish republic, he abolished the caliphate and introduced other policies designed to make Turkey a modern secular state.
NOT:
Lüzumsuz şikayetler ile lütfen ifade ve yazılarımdan dolayı adalet sistemimizi daha fazla meşgul etmeye kalkmayınız .Önce kalkınınız, ya da beni izlemeden senelik izinde kaykılınız..Nasıl olsa anlamadan katırılmakda kakmalı oyamalı kandırlmakdasınız ..

3 Kasım 2010 Çarşamba

DOMATESİN ÇEKİRDEĞİ Mİ İNCİR ÇEKİRDEĞİ Mİ ?

Gerçekten incir çekirdeğini bile doldurmayacak bir konuya tahta kaşığımı daldıracağım bu hafta. Bazıları rahatsız olsa da.

Çünkü domates kırmızısı bayrağın alını solladı durum nasılsa .Çünkü, insane kirli kaşığını salçaya daldırırsa kendi kabını küf eder.Kimbilir, belki de okuyup anlayan bu kez bana küfür serer..



DOMATES SALÇA BU NE BİÇİM KALÇA ?

Nesi doğru ki şu garip eğrilerin aslında ,

Gelin bir göz atalım son günlerin malum tartışmasına :



Son birkaç yıldır, eşsiz tarım ve hayvancılık politikasızlığının eseri bir polemikle sarsıldı Türkiye.Domates geldi 15 liraya denk dayanıverdi birden bire ..Aslında bam teline basan başka bir tutumdu mesele .



Sözleşme dönemi başladığında 12-13 ay vadeli süreç bazı firmaların GÜÇLÜ müdürleri sayesinde bu hale geldi desek yalan olmaz hani .

Hadi cevap ver bakalım malum medya seni gidi seni misali !



Son iki yıldır gittikçe kaotik bir yapıya gelen süreç, zaten randıman düşüklüğü yaşayan sektöre fena daldı.Deli dana, kuş ve domuz gribine nazire eden bir de hasatalık vurunca işler harbiden karıştı ve %40 daha kayıp alışkanlık sayıldı.

10-15 kuruşa ekim yapmayı beğenmeyen köylü, kredi borcuna ilave bir de gübre batağına saplanınca ahlakını kaybederek, once karıyı boşadı, sonra beyaz eşya ve konuta yatırım yaptı hatta haciz tehlikesine karşı tarlayı da hala, teyze ya da dayı üzerine aktardı ..

Ahlak da çökünce satış kontratlarında kayıplar %40 a vardı.



Derken MONSANTO, kahpe manto misali giriverdi devreye. GAP yöresine verilen acil kredilerin akıbetine hiç girmeyelim bence .. Daha ucuza üretilen domates ilk once Marmara ve Ege deki düşük rekolte nedeni ile verimli gözükse de talep’e olan bağımlılık bir anda 40 kuruşa vurdurdu fiatı hileli eller ile …



Sözleşmesiz kilosu 10 kuruş , sözleşmeli kilosu 15 kuruş olan mal altın olmazmıydı bu ellerde?



Manipülasyon mu spekilsayon mu yoksa sonu kanalizasyon mu vardı şimdi seherde …



Bu durumda ninemizin sandığındaki yerli ırk domates tohumu kendini sandık lekesinde saklamış adeta ve hibrit kökenli kilitliler ise nam salmış topraklarımızda ..



500 yıl once Ladino’lar ile Osmanlı mutfağına giren bu imha eden gıda, bakın bu süreçde neler yapar daha mutfaklarımıza ..



Sadede gelelim . Olan oldu su akdı yerini buldu.

Sera domatesi bile rantı dumura uğratanın torunuydu…

Hemen İzmir serbest bölgede bir salça fabrikası kuruldu.

Dünyadan gerçekden ilgi gören lezzetli salçamız Çinden gelen ithal ile karıştırılıp ihracatın yolunu tutu. Böylece Türk Salçası kalitesi de eleştirinin dibini değil tavanını sordurdu!



Domatesin çekirdeği kırmızı kırmızı

Dol karabakır dol

Tencere dibin kara seninki benden ak mı a diyette kesilesi hırsız kol ?



Aşçı yamağı

25 Ekim 2010 Pazartesi

BİR FENOMEN HİKAYESİ… BAŞLIYOR REZİLLİĞİN SON PERDESİ…

Neler olacak neler, hani nerede maydonozlu köfteler …

Yarışmacı 1: ECE VAHAPOĞLU

Bizans Medusası modeli saçları ile imajını korumaya çalışsa da aynen hukuk gibi içi boş bir çuval sanki bu dünya..
Her gece ayrı bir jarse tek omuzlu dekolte ile ortada, nihayet bir kot pantalon bulabildi sonunda. Kırmızı peluşlu yatağına da yattım, ama öteki yüzünü görünce tahminlerimde yanılmadığımı anladım..

Risotto kıvamında yayla çorbası , mantarlı tavuk ise pilav üstü kuru çakması ve de muhallebici aşklarından kalan keşkül safsatası!
İç içe koca bir hiçe bir mekanda hem de YÜKSEL AYTUĞ da var masada .Konuk sunum Melis SÖKMEN ama o gece stüdyo mutfakda bulaşık yıkayıp temiz çatal aramakdan öldüm ben ..

Yarişmacı 2: NEŞE ERBERK.
Onda vardı herkesden ayrı bir zerafet , okul öncesi eğitime yarıştı az kalsın kazanacaktı.. Sürpriz sunum Tango ama bakın kime patlayacak sonunda bu meselede piyango?
Ev mutfağında yemek ayrı bir lezzet ama karşında 3 kamera varsa adım olmasın sakın gudubet !

Portakallı enginar , deniz ürünleri festivali ve kağıtda balık da var. Tatlı olarak incir kardık artık olamadı o masa bana yar..

Yarişmaci 3 : NUR YERLİTAŞ

Masada yok yok , dizi minisküsden hasta. İzzet Çapa ortaya soya sosunu şişesiyle getiren garsonunu sen hala servise sok. .. Genel görünüm pek iyi ama pavyon muhabbeti eden başka birisiydi…

Çipura yerine levrek önden çıtır börek gerçekden gevrek, acılı makarnada karides dehşet ,sütlü tatlı yapdı bize tam rehavet. Sürpriz konuk SEDA SAYAN , Bakalım kim çıkacak birinciliğe şahlanan ?

Yarişmacı 4 : CENK EREN

Cahil cesaretidir her şeyi zehir eden . Ama bilmemek değil öğrenmemek ayıp derler ezelden .. Kıravatsız her gece bu durumdan rütbe girer otobüs şoförlüğünden kamyon şoförlüğüne elbetde ..
Vişneli sarma ayvalı dolma ıhlamırlu muhallebi ile mide fesatı sonunda . ancak Dövmeli HIyar Salatası hatırlanacak yıllar sonra da !

Hadi beni geçelim . İzleyin öyle dertleşelim .
Vurun beni yerden yere ama eğer kazanırsam yüzlerce engelli ve aç hayvan besleyerek yaşatarak buna sebepleri bekleyeceğim girerlerken sırat köprüsünden cehenneme …

KAZAN KAZI, KAZAN KAZAN;
TENCERE DİBİN KARA SENİNKİ BENDEN DAHA PARLAK OYNAYAN..

Teşekkürler, Tuğçe, Orsan, Hakan , Caner, şöförler, ulaşım, servis, ışık, kamera , kurgu montaj ve Show TV.. Ekranları özlemişdim bir tek sizle doydum iki yıl sonra ahlak ve erdem dolu profesyonel saygınızla ..

Televizyon Yamağı ☺

21 Ekim 2010 Perşembe

HZ. İSA’LI KUNDAK BEZİ URFA’DAN, KUTSAL MENDİLE BESMELE YAZAR, ARABEZİ DOKURLAR BUNLAR BULDAN’DAN..

Okuyacağınız bu olay tamamen kurgu olup gerçek şahıslar ile ilgisi yokdur , Zaten böyle olaylar gerçek olamaz , hatta böyle şahıslar da !

Bir uluslararası sempozyum için yurdumun özel bölgelerinden birine davetliymişim geçen hafta ...

Her seferim bir başka umut çiçeği açtırsa da Anadolu’da aklımda; Bu kez devedikeni batmış sanki bir yanıma laf edince rüyamda bir ahmağın düttürüsü salakça !

Yukarı Mezopotamya, mezzo ritminde bir yaşamı sürdürüyordu binlerce yıldır . Kapadokyanın atları adetadan tırısa, oradan da dört nala koşmuşdu bu narin coğrafyada, hatta kağnılar ile kurtuluş savaşıda yaşanmışdı bu bölgelerde ama bakın neler oluyor günümüzde iç güveysinden iktidara girince hallice ?

Bildirimler , sunumlar , geziler ... İl müdürleri, emniyet müdürleri ve çok değerli devletin mülki amirleri, ustalar ve üstadlar.. 3 gün üç gecenin sonunda bir arada sempozyumu kapamakdaymışlar..

Oysa , 22 yılı aşkın süredir, o bölgedeki meslek yüksek okulunun dünyaya örnek bir kurumundaki çok değerli bir müdür görevden alınmakdaymış.

Döner sermayeyi, döner bıçağı ile kesmeden , Avrupa Eğitim Fonlarına örnek konuşmacı olarak davet edilen, içinde ilk şehit öğretmen anıtımızı dim dik ayakda nöbet tutarak bekleyen , yıkılmak hatta yerine alışveriş merkezi yapılmak istenen tarihi binayı nefer gibi koruyan bir kaharaman da bahçede benimle gizlice ayak üstü bir sohebeymiş guya. Güya bu rüya ya O da devleti mahkemeye vermiş .. Dev-let , Out-let miş zaten o gece !

Gelelim sadede

Rüyam kabusa dönüşürken bu seferde ter basıyor polyesteri banılmış çarşaflarıma seherde..Ve bir müdürün sesi geliyor sanki karabasan misali...Kendisi kültürsüzlük ishali ..

‘’Bilirsiniz Hz. İsa (aleyhüselam) Bu toprakalarda çarmıha gerildi, Altındaki abası bazılarına göre donu ise kanlandı, Sonra italyanlar onu bizden çaldı, Dilsizler tarikatı bu yüzden kurulmuşdur, Kutsal mendilin yerini bilenlerin dili bu yüzden kesilmişdir .. Aklıma gelen projeyi mülki amirim red etti. Sakın telafuz bile etme dedi ancak, ben fikrimin arkasındayım. Bu kadar akademisyen önünde size anlatmalıyım...Tüm semavi dinlerin başkenti olan bu bölgeden dünya markası yaratmalıyım...

Zikir deflerinin seslerini duyarcasına uykum hafiflerken soldan sağa sağdan sola kıvranıp, ehram denen yünlü dokumaya dolandığımı sanıyorum. Ama rüyada olsa içim acıyor ancak gözlerimi açamıyorum..

‘’ Kundak bezi ihreç edelim Avrupaya , Yerel dokumlarımıza kutsal İsa resmini basalım, Böylece Batılılar bunu kapışır bebeklerinde kullanır ve bölge tüm dünyaca tanınır’’

Yuh, çüş hatta oha diyerek fırlamışım yatakdan o gece Polis evindeki odamda..O gece gördüğüm rüyayı karabasan sanmışım..Filim kopmuş o anda.. gerisi yok kahvatıya inmeliydim mutlaka..

Seni rüyamdaki mertebeye getirenin anasına bacısına rahmet okuyup 3 kulluvallahi ve bir elhamla koşuverdim banyoya, Günaydın kelimesinin ardına diziverdim dizeyi..

Bu saatden sonra secd edeceğim tek kabe ereksiyon halindeki zekadır a ahmak . Onun adı Allh-u Tuela ise kendine bir aynada bak !

Mezopotamya Yamağı

17 Ekim 2010 Pazar

TAŞLAR YERİNDEN OYNUYOR MU?

Yerüzündekilere merhamet etmeyenler, gökden rahmet yerine ancak şer bekleyebilirler, bu durumda başımıza taş yağarsa acaba olup biteni ne ile açıklama yoluna gidecekler?

Her yüzyılın başında olduğu gibi bu yüzyılın başında da baş döndürücü bir hızla gözümüzün önde olup biteni gün be gün izlemeye devam ediyoruz ..

Cehennemin taşları da iyi niyet ile döşendi derler ama bunu anlamakda snırım bugünlerde zorluk çekiyoruz..
Kavram kargaşalarının karmaşadan uzaklaşmasını ise dörtgözle bekliyoruz .. O yüzden ;Aydınlık kararırken bu ara sizlere sızıntı halinde gelen bir karanlıkdan bahsediyoruz..

Muhteremlerin zatı artık arka aksını sağlama aldığını düşünüyor olsa da, aslında oğlunun düşük ön aksından haberli nereye düşmekde olduğunu pek göremiyor zannımca..

Aklım yıllar yıllar önceye gitti bu hafta,
Bir belediye başkanının yanına yırtık pabuçla gelen bir şahsa…
O yıllarda, dönemim Beyoğlu’ndaki ünlü bir çok katlı mağazasının kumaş reyonuna uğramış ve bir takım elbise almak istemişdi. Elbetde ki önemli bir şahsın ziyaret kartı da elindeydi, Şimdi üretimi bitmiş, yılların korumacı ekonomisi nedeni ile hep fikir çalarak taklidle zengin edilmiş, fabrikasının arsasından bile dozer geçmiş bu firmanın o yıllardaki reyon şefi emekli artık nasılsa. Yoo Halep ordaysa arşın bu hafta …

Ama, emeğe saygısı olmayan erdeme emeklemez ve ahlaksızlığa diz üstü sürünür sonra da diz üstü düzülür hep bu takkiyenin yolunda …

Takım elbise yaptırmak üzere pahalı bir yünlü kumaşı seçen bıçkın delikanlı o yıllarda Kadiköy’de içki de içen bir civanlıkdan yetişen Gepetto’nun Pinokyosudur aslında ..

Ancak cebinden sadece 50 lira çıkınca reyon şefi kart sahibinin telefonuna yapışır santraldeki sekreterin yardımıyla..

- Abi , bu adamda 50 lira var bana yollamışsı, ama elbiselik 300 lira tutuyor ne yapalım?
- Ara patronu, havluları yolladım bu hafta nakışdan gelince istediği kadar avanta. Kravatı ve eşarbı koyup yolluyor meclise bedavaya nasılsa , Defoludan kesin faturayı , Terzi x beye yönlendir sen. Görüverin işini. İşimiz var onunla ..

Reyon şefi hemen kupunu keser ve söyleneni yapar . Ardından Terziyi arar ve delikanlıyı hemen İstiklal caddesindeki ünlü pasaja yollar ..

Aradan 1 saat geçmeden reyona telefon gelir : Terzi X hatdadır.

- Abi bu genc adamı yollamışsın ama masraf parası alacakmıyız bundan? Hani düğme tela falan ?
- Aman sakın Malum Bey aradı alma bu kez , Bizde sana kumaş alan müşteriyi yönlendiriyoruz hep..

İşte ogünden beri körler sağırlar birbirini ağırlar.
Ağar ağar diz üstü sürünmeye işlenen günahlarla nasılsa mahkumdurlar…

Yıllar geçer Aynı bıçkın bu kez güçlü ve zengin olarak aynı mağazaya oğlunu düğün smokini için yollar , bu kez ödenen para milyonları sollar .

Giyinmek örtmez insanı anlayacağınız , örtünmek ise sunar günahları bazen saklayamayacağınız

Teriz Yamağı
10.10 10

SURMANSET..

Bir zamanlar Orhan Boran ve Yuki’den sınıf atlamış, Tarık Gürcan’ın davudi sesinde enginlere yelken açmışdım . Daha sonra gazeteci Ümit Deniz’in oğlunun Çallı tarafından yapılmış duralit üzeri yağlıboya tablosunun, Pürtelaş sokakda, köhne arabalı bir eskiciye 2 şişe ucuz şaraba satılışına hayret ederek bakakalmışdım . İşte bu yüzden bu hafta size güzide medyamızdan başka bir ibret hikayesi geliyor …

Kavanoz dipli dünyamız, kimine kavun kimine kelek; Bazılarına ise elbetde baklava börek davransa da, tencere dibin kara benimki senden kara da var nasılsa bu yaşamda.
Ancak lekeli melek olur mu ardında alaleten ve kaktırarak dolaşanlar oldukça?

Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar guya diplomat kızı çok bilmiş bir kızımız varmış . Hırs ve ihtarasın gözünü bürüdüğü, heryerde ve her daim nöbetçi olarak şan, şöhret, para ve güç ararmış. Kadıköy’lü zengin bir aileye gelin gittikden çok sonra foyası ortaya çıkmış. Ancak, apartopar çocuğu ile kapının önüne konulmuş olsa da, o soyadının bedeli geri alınmışmış. Hemde mahkeme kararı ile. Eee sonunda hiç darılılırılmıymış?.

Önceleri bir ulusal kanalın ikinci kanalında, gecekondu mahallelerinin kapısını çalıp, o garibanları stüdyoya alıp, cam odada havadan para döküp sadaka toplatarak başlamış malum medyamıza girmeden once..
Derken, bir gazeteye kapağı moda yazarı olarak attığında çokdan zengin eşinden ayrılmış olarak belirivermiş.
Hemen bir çengelini köşelerdekinden birine atıvermiş.

Tanışımın o yıllardan geldiği hanım, Ömer Hayyam’ı bilmediğini sergileyivermişdi defilelerimizden birinde.
Kimi zaman holiganlar için karanfiller bile sermişdi merkezlerde.. Yürü ya kulumun gelişi, güçlü eşinin kanserden ölmesine denk geldiyse bile sonrasında gizli asıl hikaye..
Basın Ekspres yolu henüz şaha kalkmışdır. Selde yağmacı denen halk , Çiller’in topuk sesleri başlığından çok sonra oraya taşıttırılmışdır.. İşte o yıllarda, ilk kez müstakbel eşi ile bir kokteyle gidecek bu kadın elbise derdine düşmüş ancak kalçasının yarısını açıkda bırakan elbiseyi deneyince beyninden vurulmuşa dönmüşdür..O gün, o aynadan, sırtı dönük vaziyetde kendisini süzdüğünde gözlerdeki ihtiras beni bile ürkütmüşdür. Yıllar sonra aldığı elbiseyi hiç giymediğini söylerken ‘’Neden aldınız?’’ dediğimde ‘’ Siz arkasından bakılacak kadınsınız elbisenin dekoltesine bakmamalısınız ‘’ dediğimi hatırlatmışdır..

Günümüzde o günlerden bu güne silicon, botox ve yağdokusu ile yüzsüz yüzü ay parçasına dönmüş olsa bile o gözlerdeki hırs kıskançlık ve heraset aynen dururmuş yerli yerinde..

Kimi zaman ılıman islamcı kadın yazarlar ile milyon dolarlık rüşvet çantaların gezdiği lüks evlerde, kimi zaman sosyete düğünlerinde adeta ger ger geriniricesine gezse de;
Biliniz ki; Hem laik, hem demokrat, hem entellektüel, hem yardımsever, hem bilgin, hemde Anakraliçedir kendince..

Ancak giridiği her kurumda kadın kadını parçalar teriminin en belirgin örneğini sergilese de, son manevra biraz dikkat çekdi bu günlerde…Vatanını seven , bakanını kerizleyen olur mu olur, yarınlarda elbet olan biten doğruyu bulur …
Şarkıcıdan gazeteci oluyorsa , eh gazetecinin soyundanda şarkıcı olacakdır gayretle işte gerçekdir bu okuyun ibret ile..

Kıssa dan hisseye gelince,
Eski patroniçenin mezecisinden insan peynir yeme derdine girerse; Gün olur devran döner , keser döner sap geçmişdeki bazı kayıtlı belgelere söver mi sizcede?

Terzi yamağı Barbaros Şansal

10 Ekim 2010 Pazar

DEĞİŞİM Mİ DELİŞİM Mİ ? ..

Çok doğru, süratle değişiyoruz..
Bu öyle hızlı oluyorki sanırım deliriyoruz..
Sevmeyi saymayı unuturken savdıklarımızla cebelleşiyoruz…

-Hülya ne bağış yapıyorsun bakalım ?
-10 000 benden hanımefendi, sel mağdurlarına.
-Yazın deftere 50 000 Hülya hanıma …
- Ajda akıllı ortalarda yok nasılsa !

Bunların sandık ve küp altınları bitmiyor, hazine avcıları ise kelle koltukda geziyor…Kiminin babasından, kiminin anneannesinden gelen altınlar harca harca bitmiyor..

Sokağımda aç ve çöpden beslenen yüzbinlerin yanısıra milyonlarca Üniversite mezunu genç ise ahmakça iş bekliyor, Biryanda ilahi komdei olarak yeryüzündekilere merhamaet göstermeyenler gökden rahmet diye dua eder , aslında yağacakdır belkide bir gün başlarına şer..

Çocuk pornosu , hayvana şiddet. Sosu ise iş dünyasında bolca rüşvet. Her yerde olmuş dolmuş pazar, yok ki ülkemde üretimde bisiklet. En zengin gayrimüslim aile üretmekde hala tadında kokusunda ve renginde şekersiz jiklet ..

Hadi çek jikleyi Yamak’ Nasılsa olduk ahmak salak !

-Hey terzi sana elbise başı 1000 Tl veririm. Kumaşı da kendim getiririm..

Astarı yüzünden pahalı bir hayatın girdabına sürüklenirken gözlerimizin önünde olup biteni dehşetle izliyoruz ..
Açlıp saçılırken resmen defekasyon içinde yüzüyoruz…
Kimi odalık odacısı modacı, kimi sopalık torbacısı bolcalı..

Al da yap, yay ve sat hatta var da yap ve yap da sat arasında hoplatılıyoruz …Tekstil, turizm ve inşaat lokomotifinde kömür vagonu olan yatırım, istihdam ve kdv yerine servis kalite ve güvence sunamıyoruz..

Devşirmeden hallice, bazen de hali pek bellice; kimler kimler bir bir akıp, bakıp, bayıp geçit resmi önümüzde…

İşte tum bu keşmekeş içinde bir minik olay var ki gözden kaçıyor, İntaharlar hızla arterken tecavüzler sessizce sümen altına atılıyor. Güzide mütecaviz medyamız ise hala afyon yutturup, pış pış uyutmak için her devrin adamları ile yatakda alem yapıyor.

Ahlaksızlık ise eşcinsellik , peki kim de varmış düz cinsellik? İnsanların %10 unun eşcinsel, diğer %10 unun heteroseksüel olduğunu düşünürsek aradaki % 80 seksüel bu durumda ne yapdığını hala bilemiyor..

Cinsel ve dinsel devrimleri eksik toplumlar bataklıkda çarnaçar boğulurlar..Dünya düzeni değişirken, Eisenhover doktrini ve Wilson haritaları ile hesapları doğrulturlar..

Bilişim , değişim ve elden gitmekde herşeyim , bu durumda bende Tarkan gibi canlı yayında çişim geldi mi demeliyim ?

Bu durumda önden vermedim bakirim ama gün gelince elbet isteyenin ermine amadeyim amirim ☺

Devşirelim devleşelim kimse farkına varmadan bu toprakları niteliksiz leş ile besleyelim …

Terzi Yamağı

1 Ekim 2010 Cuma

Afife’den bir içimlik, Beyoğlu’ndan geçimlik !..

Bir varmış pek yokmuş, çok varmış ama aslı yokmuş,
Yıllar yıllar once, İstanbul’un nadide kıyı köylerinden Yeniköy’de bir kız çocuğu doğmuş.. Sarı saçlı, mavi gözlü ve endamı epey parlak kız bebek o zamanlar pek hoşmuş. Büyüdükçe, serpildikçe, bol bol sevgililer ile geliştikce namı epey almış yürümüş; Ama cep delik, cepken delik ailesi nedeniyle hala üstü başı bile yokmuş ..

Nasıl olmuşsa olmuş bir şekilde hem hukuka hem kendine hakim bir beyden aniden bir umut doğmuş?

Pak, ak delikanlı erler gidip geldikçe, hayat süratle değişmeye başlamış. Sude’den südyen emanet olunca da yapılacak iş şimdi okuyacaklarınıza kadarmış...

Yıllar yıllar geçmiş. Arı gibi çalışkan butikçiden, gece kulüpçülerine dek cepleri denk daha kimler kimler gelmiş geçmiş. Ama gelgit akıllı hanım pek değişmemiş… Şıklığını bismillah , iri göğüslerini selah ve güzelliğini bir silaha dönüştürmeyi de bir hayli becermiş.

Ak, pak günlere gelmeden öncede bakın daha neler sezermiş!
4. Levent Villalarından birinde, kendi gibi sarışın ve renkli gözlü bir zengin oğlunun yanında nasılsa yeniden doğmuş..Meğerse, Kadir kıymet oğlunu da bilir olmuş.
Artık adı sosyetik güzeli bulmuş, Ancak yanına yanaşdığı herkesi zehirli sarmaşık misali boğar olmuş.. O yıllardaki bahse konu genç adamın kafası bu mahsun prenses kılıklı kadın yüzünden ve taşıdığı uyuşturucudan çorba tabağında bile bulunmuş..
Ama, asıl meşhur polis baskını öncesi, kediler, o villada ağaçlara asılır, idam edilir, kesilir ve kanları soğumadan içilerek yapılan ayınlerle de coşmuşmuş..

Şarkıcı, erotik yıldız, manken, balerin bu hanımın hayatında zaten pek bolmuş. Ancak daha dol karabakır dol dol şarkısı yeni okunurmuş…
Yıllar yıllar geçmiş, hala yolu yokuş değil değiş tokuşmuş..

İstanbul’un beş yıldızlı otellerinden birinde bir gece yangın alarmı coşmuş. Meğerse, evli adamın karısı oteli basıp henüz kanunlarda bu işler zina iken genel müdürü bile koşturup konuşturmuş.. Biricik prensesimiz otelden atılmış ama, koynundaki adam zaten dumanlı kafası ile boş boş bakar ve herdevre koşar olmuş..
Peki peki anladık da, hala alıncak yol çokmuş….

Gelelim masalın sadedine.
Dini imandan ettirenine ; Birkaç kabe ziyareti bile bu işe şaşar dururmuş..Ancak, Azra’nın galerisinin kapısında Azrail nöbet tutunca Yamak hesap sorar, durum mütalasını şöyle bir durudurmuş,

Gökden 3 elma düşmüş:
1. Bir buçuk yıl şahsi seyahat pasaportumu alıkoyan bu sultanın mihsab kılıklının teyzesi ile ozamanlar alakası varmıymış?
2. Soğuk nevalenin acaba kocasının taklid kitabının benle ne alakası varmış ?
3. Kuzeni neden benim bir akrabamın kızı ile evil olduğu halde bu ülkede bunlara cüret edermiş ?

Şimdi Azraili ve Cebraili benim cebimde soğuya dursun
Delikanlı olan gelsin bana birde ayna tutsun …

Gel beri gel ey sufi hiçi , belki karnındadır veledi zinanın hiçi ..

Belediye yamağı !

ALIŞIN VERİŞİN ! PARA PEŞİN ADI KIRMIZI MEŞİN !..

O da oldu! Beyaz geceler kutsal kitap Boğg’un emri ile yurdumuza bir geldi pir geldi ve pilatesden davlumbaz gibi gülümsetmeyi becerdi..
Çişantaşı, Bağdat Avenue ve Peachthinyeah’de o gün 50 milyon dolarlık alışın verişin becerildi ! Gecenin 12 sine dek, kredi kartlarında 3-5 taksitlik yer kalmış tüm transvestiyer kılıklı bir çok silikonlu güzel ile birlikde moda kurbanı olmuş ahmak bir güruhda figuran olarak rezil edildi ..

Ben medyanın yalancısıyım ; o gün en çok rağbet gören ürün ‘’İstanbul Fashion Night Out’’ adlı 25 tl lik tişörtlerdi.
Sadabad kılıklı medya, menekşe mendilim düşeye düşmüş, uzun eşşeğe yatmış arsız kredi kartı şirketleri aptalların cüzdanlarındaki veresiye emeği bir kez daha becermişdi ..

Aynı gün ben ise, 30 derecelik rutubetli bir İstanbul yazında Seda Sayan programı için Video kaydı yapmak üzere Show tv ekibi ile Bakırköy İncirli Halk pazarına giriyordum !
Madem Seda Sayan’a çıkacağım Madem Doğan Medya gurubunda ve diğer bazı ulusal medya kurumlarında bana ekran ya da gazeteleri yasak iken şimdi özgürlük verildi ; Eh, bu ülkede pazara girmek için Seda hanımdan daha uygun ünlü mü vardı? Zaten Hülya Avşar geçen sene Habertürk’de altyazı isteyince o gece ekranlar hepden en akıllı kadına dar gelmedi mi? . Bu durumda ben de Sayan ile Ortak Pazara bile girerim , bakalım eğlence kalırmıydı ?

Herneyse,
Seda Sayan’ın o gün tansiyonu düşünce gelemediği için dünya tatlısı bir ekip ile giriverdik alış verişin ta içine ..
Format yabancı pazar tanıdık , İlk günkü gibi Show’da Pazar Sürprizi kimlikler adeta satılık !

Onlar, zenginlerin ayrı, orta sınıfın kapalı, fakirlerin ise kapıdan bile giremediği mekanlarına beni içeri sokmak için ter ter tepindiği halde bende ipliklerini çıkarmak üzere Pazara giriverdim bile !

Çakma çanta, gözlük pabuç bir yana neyin orijinali yokdu ki aslında tezgahlarda.. İlk durak derici. Para meşin ama kredi kartıda sattırıyordu leşini alışmadan peşin ! 199 liralık montun aynısı Abdi İpekçi’de 700 e satışdaydı.. Bir sonraki durak çorapcı zaten çokdan ekrandaydı. , Tanesi bir teklik olunca ,benden başına çorap değil ama Seda Sayan yayınına beşibirlik, bir sayıda hediyem çantada oluverdi keklik !
Kışlık kapalı havuzlarında ve bodrum plajlarında giydikleri sosyetenin mayocusundan kıvrılıp, kemerciye varıyoruz, 5 tl ye defosu olan sarah dan parti malı kemeri şak diye kapıyoruz , Geçit altındaki ahşap oyuncakcıdan geçip yayageçidinin berisindeki elbise tezgahına demir atıyoruz . Çünkü orada benim Anadolu’dan tanıdığım pırıl pırıl bir genç delikanlı öğrenci kardeşimin de olduğu bir tezgah var . Kimileri’’hayat pahalı başbakan ucuzlatsın’’ diye ekrana sızmaya çalışırken kimleride hayat akıp giderken, prodüksiyon ekibinin kadraj nedeni ile kestiği yollardaki güçlü adeleli kollara da takılıyordu zaten..

Gürcan; Ata avisi gözlerini umutla yarınlara dikmiş haftanın beş günü sabah 4 de kalkıp ailesi ile pazar pazar gezen bir genç.. Aynı zamanda bir ünivesitemizde mühendis olmak üzere eğitmeye çalışıyor kendisini .. Kısacık söyleşide günde 20-30 tl kazanabildiğini, tüm aile çalıştıklarını anlatıveriyor gurur ile ..
Pazardan ayrılırken ülkem bir kez daha çırılçıplak gözlerimin önünde !
Eskiden Saraylardaki kadınlara elbiseler dikilirdi , sonra pazarlardaki kadınların yaptırdığı köşklere don bulumadı ..
Biliyorum ki o pazarcı genç, bir gün Sarayları , Köşkleri bırakıp bir Halkevi dikecek , Pazara kadar değil mezara kadar sevmek ve saymak zamanı gelince gürleyip esecek!
Pazar Yamağı

Surmanset..

Bir zamanlar Orhan Boran ve Yuki’den sınıf atlamış, Tarık Gürcan’ın davudi sesinde enginlere yelken açmışdım . Daha sonra gazeteci Ümit Deniz’in oğlunun Çallı tarafından yapılmış duralit üzeri yağlıboya tablosunun, Pürtelaş sokakda, köhne arabalı bir eskiciye 2 şişe ucuz şaraba satılışına hayret ederek bakakalmışdım . İşte bu yüzden bu hafta size güzide medyamızdan başka bir ibret hikayesi geliyor …

Kavanoz dipli dünyamız, kimine kavun kimine kelek; Bazılarına ise elbetde baklava börek davransa da, tencere dibin kara benimki senden kara da var nasılsa bu yaşamda.
Ancak lekeli melek olur mu ardında alaleten ve kaktırarak dolaşanlar oldukça?

Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar guya diplomat kızı çok bilmiş bir kızımız varmış . Hırs ve ihtarasın gözünü bürüdüğü, heryerde ve her daim nöbetçi olarak şan, şöhret, para ve güç ararmış. Kadıköy’lü zengin bir aileye gelin gittikden çok sonra foyası ortaya çıkmış. Ancak, apartopar çocuğu ile kapının önüne konulmuş olsa da, o soyadının bedeli geri alınmışmış. Hemde mahkeme kararı ile. Eee sonunda hiç darılılırılmıymış?.

Önceleri bir ulusal kanalın ikinci kanalında, gecekondu mahallelerinin kapısını çalıp, o garibanları stüdyoya alıp, cam odada havadan para döküp sadaka toplatarak başlamış malum medyamıza girmeden once..
Derken, bir gazeteye kapağı moda yazarı olarak attığında çokdan zengin eşinden ayrılmış olarak belirivermiş.
Hemen bir çengelini köşelerdekinden birine atıvermiş.

Tanışımın o yıllardan geldiği hanım, Ömer Hayyam’ı bilmediğini sergileyivermişdi defilelerimizden birinde.
Kimi zaman holiganlar için karanfiller bile sermişdi merkezlerde.. Yürü ya kulumun gelişi, güçlü eşinin kanserden ölmesine denk geldiyse bile sonrasında gizli asıl hikaye..

Basın Ekspres yolu henüz şaha kalkmışdır. Selde yağmacı denen halk , Çiller’in topuk sesleri başlığından çok sonra oraya taşıttırılmışdır.. İşte o yıllarda, ilk kez müstakbel eşi ile bir kokteyle gidecek bu kadın elbise derdine düşmüş ancak kalçasının yarısını açıkda bırakan elbiseyi deneyince beyninden vurulmuşa dönmüşdür..O gün, o aynadan, sırtı dönük vaziyetde kendisini süzdüğünde gözlerdeki ihtiras beni bile ürkütmüşdür. Yıllar sonra aldığı elbiseyi hiç giymediğini söylerken ‘’Neden aldınız?’’ dediğimde ‘’ Siz arkasından bakılacak kadınsınız elbisenin dekoltesine bakmamalısınız ‘’ dediğimi hatırlatmışdır..

Günümüzde o günlerden bu güne silicon, botox ve yağdokusu ile yüzsüz yüzü ay parçasına dönmüş olsa bile o gözlerdeki hırs kıskançlık ve heraset aynen dururmuş yerli yerinde..

Kimi zaman ılıman islamcı kadın yazarlar ile milyon dolarlık rüşvet çantaların gezdiği lüks evlerde, kimi zaman sosyete düğünlerinde adeta ger ger geriniricesine gezse de;
Biliniz ki; Hem laik, hem demokrat, hem entellektüel, hem yardımsever, hem bilgin, hemde Anakraliçedir kendince..

Ancak giridiği her kurumda kadın kadını parçalar teriminin en belirgin örneğini sergilese de, son manevra biraz dikkat çekdi bu günlerde…Vatanını seven , bakanını kerizleyen olur mu olur, yarınlarda elbet olan biten doğruyu bulur …
Şarkıcıdan gazeteci oluyorsa , eh gazetecinin soyundanda şarkıcı olacakdır gayretle işte gerçekdir bu okuyun ibret ile..

Kıssa dan hisseye gelince,
Eski patroniçenin mezecisinden insan peynir yeme derdine girerse; Gün olur devran döner , keser döner sap geçmişdeki bazı kayıtlı belgelere söver mi sizcede?

Terzi yamağı Barbaros Şansal

JAPON YAPIŞTIRICISI TAPON KARIŞTIRICISI !..

JAPON YAPIŞTIRICISI TAPON KARIŞTIRICISI !

Köşe köşe kapışarak, birazda yapışarak geçen hayatlarda yok değil hani şu güzü hala iğde medyamızın!

Bu haftaki konuğum herkesce malum şovlar şefi bir yazarımız,
Ama hala aklımızda kaldı Aslı sanki masal cinayet olayımız...

Bir güz akşamı, karayel, büyükşehirin seçkin konut sitelerinden birinin bloklarının aralarında kıvrak dans çalımları ile sinsice esmekdedir, Neruda dan hallice Yaşar Kemal den bereketlice , moda, spor, gezi, siyaset, yemek, medya yazarımız Abi ne ettin teselli ettin ise plazma azamnı ekranının karşısında rob de chambre ‘ı ile gezinmekdedir...

Orta blokların üst katlarından birinde, bir Japon diplomatın küçük oğlu olan 5-6 yaşlarındaki çocuk, daireye katılmamış demir parmaklıklı balkonda, yoldan geçen lüks otoların şaaşalı ledlerine doğru esnemekdedir..Az ilerideki rengarenk gökdelenler ihtişamları ile başdöndürmeye devam eder iken,
yer leş miş keşke’nin ( yerleşke) kılıklı sitenin az berisindeki alışın verişin merkezlerinde faaliyet hala devam etmekdedir...

Yıllar önceden beri şapkalısı ile kankalığı bitmemiş elitist yazarımız, her devrin adamı , peki, peki anladık şarkısını belkide Beyoğlu Belediyesine iletmekdedir...Eski patron belediye otobüsü altında kalmış, yeni patron boyun fularıyla tavlanmışdır..

Sessiz sitenin, sakin bloğunun bahçe katında, yeşil ve loş bir alan esen rüzgarın etkisi ile kara pelerinlerini bahçekatı dairenden sızan ışıklarında yardımıyla dans ettirmekdedir. Aradabir geceyi yırtan bekçi düdüğü sesi ve de otomatik garaj kepenklerinden başka ses ise pek hissedilememekdedir.

Bir çuval muhteviyatın tok bir sesle hızla toprağa çakılışışın sesini andırır bir sarsıntı ile irkilmişdim o akşam, O sitede , O blokda bir dairede! Meğerse Japonun altı,yazarın 2 kat üstü aynı cephede bir başka dairede imişim şans eseri o gün üstelik..

Kreşando tadındaki konuşmalar, açık balkon kapısının aralığından içeri sızdığında bir şeylerin ters gittiğini anlamışdım o gece, Bir kez daha hayat medyaya aynasını tutacakdı gözlerim önünne, sanki eski muhabbet tellalarının cebinden cıkan horozlu aynadanmışcasına..

Olan olmuş Japon çocuk bir anlık dikkatsizlik sonucu balkondan bahçeye düşmüşdür. 5 kat yüksekliden yere japonla yapışmışcasına bir yatayda duran çocuk hafif kıpırdamakdadır..
Çığlıklar yükselirken koşuşmalar artar, site güvenliği harekete geçer ve zengin mahallesinde hemen bir ambulans bile beliriverir...

Bahçe katının şeytan pelerini kılıklı perdeleri yavaşça kapanır , yerde yatan bedenin üzerinde bir gölge daha kaybolur, ve ardından dairedeki ışık da söner,

Kapıya cevap verilmemekdedir.. Merdiven bulunur, daire bahçesine sağlık görevlileri girer ancak çok geçdir,
Savcının gelişi ile olay adalete intikal eder. Benim konuk olduğum dairenin sahibi dahil olayı gören bir çok sağduyulu vicdanlı insan karakola ifade vermek üzere gider..

El insaf yazarımız bu olayları görmek istemez , gece gece kadife terliklerini çıkarmak zor gelir yalın ayak bile bilmediği hayata!
Bilmezki hayatta gelinebilecek en yüksek mertebe ayaklarınızın altında çiğnediğiniz toprakda kalan izi kadardır !

Japon’la tapon hikayesi ise adam olmayanın karaleke gibi zaten zaten alnındadır !

Lahmacun’s yamağı
Barbaros Şansal

Surmanset..

İnsanlar doğarken; adlarını, ailelerini, genetiklerini, isimlerini, cinsiyetlerini, dillerini seçemezler ! Nedense kamburları donanıma dönüştürmek yerine onları sivriltiklerini pek bilemezler. Oysa , işe yaramaz zannedilen çölün, deveye en kutsal armağamıdır o kambur . O kambur olmazsa çölde hayatda kalınır mı ki ?
İşte kamburu donanım yapmak yerine donanımı kamburlaştıranlarda var ahlakı alçaklık olan bazı medyalarda bir başka ülkede olsa da bu dünyada....

Bu kez küçük çocukların resimleri basmamaya özen gösteren gazetelere inat halkın çocuklarından şevhet arayanlar var kapımızda. Belediye otobüsü gazetelerinden biri daha bu aslında durum böyle olunca bende karar verdim bu duruma posta koymaya...işte size sabah sabah bir işbirlikçi hikayesi..

Bir tesadüf eseri bir ahbabımızın yazlığındaki garajda gördüklerim aslında bu hikayenin temeli...
Bir mühim yazarın ve bir başka mühim yazarın iki oğlu bir çorba pişirmişde haberimiz yokmuş meğerse! Elbetteki bu rakip görünen iki kafadar yazarın ortaklığı dayanmakdadır çoook eskilere ...

Kimi kerevizyon hayali ile milleti soymuş, kimide bir spor kulübümüzün reklam avantasında soyunmuşmuş o günlerde..
Allem etmişler kallem etmişler alem etmeden işe girişmişler ailelerinin fettansı destansı kurnazlık destekleri ile .. Sessiz sedasız kısa süreli bir faaliyet ise milyon dolarlık faturalara yetmiş de artmış bile ...
İt iti ısırmaz misali bakın nerelere dayanmış iş ?
Meğerse hayatları elemterefiş kem gözlere şişmiş !

Rüya ya bu, nasılsa gerçek değil , aslı astarı olsa çeğiz sandığından çıkan altınlar OY değil..

O gün mutevazi bahçedeki sempatik garaj kapısı dikkatimi çektiğinde ev sahibine gezip gezemeyeceğimi sormuşdum,

Malum garajlar ardiye gibidir. Her tür işe yaramaz zannedilen , gereksiz görülen ne hazineler keşfedilebilinir bu yerlerde.

Bu durumda dayanamayıp o eski faturalardan bir kaç nüsha araklamak düşerdi tabiki rüyamdaki ahlaklı erdeme...
Çünkü kurulan paravan şirket ile bir kaç ayda milyarlarca fatura kesildikden sonra şirket kapatılmış , ancak belge ve eşyalar yer olmadığı gerekçesi ile masum bir tanıdığın garajına yığılmışdı, Denize nazır konutlarda keyif süren herkesin emrine münazır köşegenler nedense bir depo tutacak cesareti askıya almışdı...

Bu durumda saklanması gereken eski faturalar da bu şekilde güvenlik altına alınmış sanılmışdı, Oysa; Hasta olacak kişinin ayağına doktor gelirmiş derlerdi ....

Gün gelir devran döner. Bu nüshalar skandaldan da beter.. Hangi spor klübüne ne kesilmiş, ucu alışın verişin merkezlerine dek değermiş ..

Kiminin anası kanserden kiminin babası amansız hastalıkdan ilahi adalete zaten boyun eğermiş..

Tarih yazılmaz okunur derler. Şimdiki zamanı doğru şekilde ve ileride anlaşılabilir şekilde kaydetmeyenler geleceklerini oluşturamazlar.
Bir gün gelecek bu nüshalar rüyalardan çıkıp elden ele gezecek .
Hangi otoyol çiçeklendirmelerin kimleri ne hale getirdiği,
hangi kadının çenesinin hangi kadın tarafından da kırıldığının bedeli elbet belirlenecek..

Bunlarınki benim anamsenin ananı genelevinde görmüş misali
Ederi kadar değil bedeli kadardır ederi !

Terzi Yamağı
Barbaros Şansal

CEVİZ DEĞİL ÇEĞİZ SANDIĞI , SANDIK’MI Kİ AHMAKLIKDIR KAMERA KAYDI ?..

DÜĞÜN DERNEK DERDİMİZ,
ASLINDA NE KADAR DA KERİZİZ;
BİR DE KEM KÜM EDERİZ
BELKİDE HEPİMİZ BİRER SÜMEYYEYİZ ..

DÜĞÜN OLDU HANIMLAR BEYLER,
BAZI EŞELENEN BELEŞLER HALKA LEŞ EDERLER.
SANMAYIN Kİ GİZLİ KALIR BU BEDELLER,
GÜNÜ GELİR O BERDEL DE DER BU ELLER..

Hayırlı oldu ,
Ne Ajda Pekkan ne de Seda Sayan gelmedi o gece kına yakmaya,,
Oysa Sezen Aksu keşke tesettüre girip çıkıverseydi yarüyamda da ortaya !

Kadın servis elemanlı, kadın aşçılı bol saçaklı bir düğün daha sessizce geçip gitti Contantinopolis’den..
Gavur Pazarındaki Tefrikası ise pazar gecesi Lütfü Kırdar ensesinden ..
Bakalım kaç simitçi altın getirmiş bu kez hoşa boşa bakanlara , o zaman bu yazı kapak olsun başı kapalı kıçı açıklara !

Düşünsenize,
Yediğin önünde yemediğin arkanda ;
Kapıda zırhlı korumalar, milyarderler akın akın kınaya akmakda. Çengelköy sırtlarında baştan aşağı dekore edilen bir düğün salonunda körler sağırlar bir birini ağırlamakda ama nerelerine kına yakdıkları hala büyük muamma..
Davetliler birer birer müthiş mücevherleri , Yahudi malı saten ipekli tesettür eşarpları ile kapıdan süzülerek içeri girmekde, Cep telefonları bile aman görüntü alınmasın, kızlarımız yayınlanmasın kaygısından birer birer toplanmakda
güvenliklerce .. Oysa yandaş kanallarda 10 yaşında kız çocuklarının ormanlarda tecavüzü avukat ve psikolog eşliğinde sayfa sayfa yayınlanmakda , stüdyo kapısında patlyan silahlar bile magazin kraliçesi akrepleri korkutmamakda hala ..
Boş verelim reklam arasını , halkın nasılsa ekmek arasıdır bu halkın ithal soğanı …

Sofralarda kuş sütü bile eksik olmayan gece başlar, ellere pudra ponpunlu kırmızı güller ile kınalar yakılır. Misk amber ve hacıyağı yerine alkollü parfümlerin kokuları başları değil mideleri bulandırmakdadır ..Gelin hanım önce çıkar, ilk elbisesi ile biraz salınır ,.. El sıkmak hoş geldin demek zuldur sadrazamın sol lastiği için o an. Ardından dedikodu kazanının çarkları hız almakdadır, Gelin hanım askısız sırt dekoltesi ile yeniden sahnede belirir. Altın kolyeler ve işli terlikler ile adeta Hint güzeli gibidir. Pakistana babasının altın bileziğini hediye eden muhteremlerin zatıyesinin hediyesi ise henüz bilinmemekdedir.
Gelin bir görünüp bir kaybolur. Üçüncü dekolte tuvaleti ile yeniden gelip ortalarda pir savrulur …
Açılıp saçılmıştır has bahçenin güllerinin yerine deve dikeni kılıklı kasımpatları.. Ama ahlak ve erdem görmemişdir bunların hayasız evlatlarının ar damarları !

Ter içinde uyanmışım bu kabusdan pazartesi sabahı..
Olur mu canım ? Böyle şeyler bu ülkede zaten sadece hep masal, Zaten bu şahıslar ve olaylar gerçek olamazlar,
Merhaba derken bu platformdan sizlere ;
Sanırım ki sanal olan bu kanal bazılarana bundan sonra adeta anal !

Dikkat İstanbul’dan yayındaki medya basur kılıklı soğan Lalesi kokuyor …

Terzi Yamağı
Barbaros Şansal

Birinciyiz ancak bir İnci yok artık !..

Nelere kadir şu coğrafya değil mi?
Kadir kıymet bilen ne halkız aslında !
Ne padişahlar, ne milli şefler gördü de hala adam olamadı nasılsa..Nice yaşamların hazin hikayeleri ise hala durmaksızın yazılmaya devam ediyor….

İnci ,
O bu ay, 2010 Kültür Başkenti’nin bir Ağustos Ramazanında, viranelik olan surlarda, bir vatandaş tarafından inanılmaz zor bir durumda bulundu ..
Çevreden geçenlerin ihbarı üzerine, kendisine birkaç eski tanıdığı ulaşdığında ise ortaya çok daha vahim yeni bir dram daha çıkıyordu..Ve de bu ülkeyi utanç duvarına yapıştırabilecek bir skandal ,tabi ki skandalda birinciyizdir . Bakınız: ulusal basının ilk sayfaları ve televizyonlarda gün içindeki yayın kuşakları !

Ama şimdi, İnci’nin, orijinal kopyaarı ve filmleri bende olan otel odasındaki vahşet görüntülerini bir bir kaldırıyorlar mecradan ..


Zonguldağın bağrından ışıklı hayallere kapılmış gelmiş bir yağız delikanlıydı bir zamanalar o da! Hayvanlara , çocuklara hatta ölülere ve hastalara tecavüzlerin çığ gibi patladığı günümüz Türkiye Cunhuriyeti’nde sıradan bir kurbandı ! Neyin mi kurbanı ? Anlayacaksınız birazdan…

Kırklı yaşlarına, bu kentin sokaklarinda travesti ( kadın kılığında bir erkek) olarak ancak ulaşabilmişdi İnci (38)… Harekatlar , ihtilaller, terrör, homofobik siyasal baskılar, sokak serserileri ve muhabbet tellalları hatta her çeşit uyuşturucu bile devirememişdi bu hayat direnci abidesini bu güne dek …

Yıllarca o kamyon senin bu arabanın arka koltuğu benim , o pansiyon bu pavyon akıp gitmişdi binlerce erkekle bu yaşam
O yıllara, ne nezaretler, ne baskınlar, ne dayaklar ve soygunlar da girmişdi elbet… Bize sadece yalanmış gibi görününen tüm olasılıklar da vardı diğer yanda ama.
O erkeklerdi onlar da . Bir farkları vardı diğer erkeklerden. Kardeşlerimiz, babalarımız, dedelerimiz, oğullarımız , torunlarımız, amca ve dayılarımızdı sadece onlar..
Ve hem kadın hem erkek rolleri ödendi yaşam boyu yasadışı, KDV olmadan biz bakıp geçerken mahallemizde …

Oysa , Aktivist Belgin Çelik , bu konuda onurla mücadele eden Pozitif Yaşam Derneğinden. Nejat Ünlü ayrıca Kaos GL üzerinden iktidara dürtebilen Erkan Altay Alçan gibi aklı selim sağduyulu vatandaşlarda de vardı elbet ….

İnci,
Telaş içinde toplanabilen az buçuk bir nakit para ile, apartopar Beyoğlundaki geceliği 20 tl lik bir bekar oteline alınabildi .. .

Tüm çabalara rağmen ne Şişli Etfal ne de Taksim ilk yardım bu vatandaşı önceleri etmedi,
Bas bas bağırıp 18 yaş altı herekese sağlık bedava diyen çığırtkanlar hemen kanunu sümen altı etmişdi.
Meğerse acile gelen her vaka özel ya da devlet hastahanesi ayırmaksızın ve soru sorulmaksızın tedavi hakkına sahipdi..
Oysa duyuma gore Devletli’lerimizin yayınladığı genelge SGK sı olmayn hiç bir hasta hastahanelere kabul eilmemesi yönünde idi,
Aksi davranışlar personel maaşından kesilebilirdi!!!

Bacağındaki kemiğe ilişmiş cerahatli derin yaranın ızdırabını ancak uyuşturucu ile durdurabilmiş , dili şişmiş , cildi kurumuş ve kocaman gözlerinin feri artık gözkırpmakda olan İnci..

Olayın internetden duyulması üzerine Sağlık Bakanlığı harekete geçti ve İnci şu an Göztepe Sosyal Sigortalar’da.

BEDROOM TİVİ , BODRUM HİCİVİ Mİ ?..

Bazı akşamlar yemek sonrası, elimde muhtelif kumandalar atlayıp, zıplayıp zaplarken takılıveriyor gözüm işvelere elbetde. Bazen öğlen yemeği, bazen de geç kahvaltı saatlerini de ekle !

Evet, vatana millete hayırlı olsun ki Medar-ı İntizar medya bir kez daha güney sahillerinden yayında .

Tabi oradan koca bulma programı yapmak pek mümkün olmasa da , ( malum tatil ve sex) bazı sabah programlarında eski bir katılımcıyı da, Sn Şen’in yanına koyunca ‘’herşey için , bir içimliğim’’’i epeyce komik kılabiliyor..
Bas afyonu , sat zayıflama ilacını, kimyasalı, faizi bakalım ey mecra !

Ancak bu kadarla da kalmıyor absürtlükler .
Yememekteyiz, Yeteneksizin tekisiniz, Top satar kaka turca, vs ler aynı tas aynı hamam devam erezyona uğrasa da !
Zaten ana haberlar baba reklamlar yan yana ...

Car car politik propaganda ise heryerden cancan’lı yayında ..

Bazı akşamlar düşünürüm gerçekden .
Neden, bizim ulusal yayınahlakımız bozuk diye !
O zaplamalar beni belgesel kanallarından haber platformlarına , oradan da açık oturumlara ya da sert söyleşilere alabiliyorsa ..

Bir doğa kanalında hayatın sosyal yanının aynası, bir uydu alıcısında ise felsefenin yaması bulunabiliniyor ekranlada şükür ki hala ! Dünya düşünüyo,r üretiyor, izletiyor oysa..

Bilmem kaçıncı kez vuruluşu izlettirilen cep telefonlu Aşk-ı Mevzu’lara rakip i-phone’lulardan geliyor, Ama en güzeli bence, millet aslında ekranlarla dalga geçiyor , Herkes köri üyesi, herkes şeker , bal , kraliçe ve kral...

Devlet televizyonumuz zaten out let. Yap işlet devret’ lere kalanlar ise ağırlaşmış kokuşmuş bir et..
Özel kanalların bazı özel kolları hariç nerede ise genel sermayede elbet...

Yine bazı geceler sabaha karşı kumandalar elimden kayar .
Nasılsa ekran kendini otomatik olarak izlenmezse 30 saniyede kapar. Olur ya , bir gün kafamın tası atar , Yamak ekranlarda olur belki konuşmadan car car ...

Lütfen televizyon izlemeyin siz kanalınızı seçin ki kanalizasyonun akıbetine uğramayınız. Aslında herkese göre ,macera, tartışma, biyografi, gerilim, belgesel hatta erotizm bile var.. Parasını ödediğin kadar ..

Okuyun yazın o yüzden ki sağduyunuz açılsın , Sol kulak zarı patlakdı Deniz Akkaya’nın...

Hep derim ya : ‘’ Bakmayın görün, duymayın anlayın, koklamayın nefes alın, dokunmayın hissedin ve yemeyin lzzet alın ... Aynen eski ahidin 5 melseği gibi .. Aynen günümüzdeki Türk ekranlarının suratınaza 5 kardeş çakdığı ahmaklık tokadı gibi ...

Köşegenler köşelerinde birbirini yazadursun. Ben tatile kaçar gerisi hala size akıla sıkılan kurşun.
Biraz daha izle kalmaayacak kuruşun...

Terzi yamağı
Barbaros Şansal

Bir Istanbul Masali..

O sabah , kadiköy iskelesinin erken cumhuriyet dönemi tonozlarının altından süzülüp sağdan yalayan güneşin ilk ışıkları ile karaköy vapuruna binmek üzere idim, oysa her sabah şaşkın bakkaldan bindiğim tramway, hal binası civarlarında beni silkeler ve tüm kolej öğrencilerinin de yer aldığı şehir hatları vapuruna iletirdi,, 1. Ve 2. Mevkilerin arasındaki demir parmaklıkların pek kapalı olduğunu hatırlamasamda dağların ardından Burhan pazarlama muhakkak demli çayın yanı başında üçbeş kelime kelam etmeden pek geçmezdi, birkaç bankalar caddesi kambiyo şefi müdürü ise lüks mevkideki rahat koltuklarında yeni Harman sigaralarından içerdi,bayanlarda ise gelincik ya da yenibahar ☺

işte o yıllarda, sigara kutusunun o karton çekmecelerinde saklı kalmış hayallerime aramayı düşledim İstanbulu bu gün !Aynı yolu 40 yıl sonra yapmak üzere Kadiköydeki akrabalrımdan birinde konaklamayı şart ettim ..

Sokak köpeklerinin sessiz ıslıkları yerine , o sabah ağır bir beton kamyonu ile uyandım, 40 yıl önceki komşu bahçesindeki ahşap köşkün önündeki sokak lambası yokdu odayı aydınlatan , gün erken ağarsa da hala güneş vurmamışdı yıllar önceki pencereye, hafifce tülü araladığımda once demir parmaklıklar karşıladı beni bu günkü güne ! güvenlik koşulları sivri sinekleri bile yasaklamışdı belli ki bu günlerde…. Koca gökdeleni bir kenara bırakıp sökülen o armut ağacının yerine dikilmiş altuni mazı bile pis pis sırıtmakdaydı nafile!

Cadde boyu kadiköye taksi ile ilerlerken her sokak başına konmuş trafik ışıkları led pisliği ile gözüme çarnaçar ültimatomlar yağdırıyordu.Göze batan tek o değildi elebtte, polyesterden kitap şeklinde banklar , granit kaldırımlar , reklam panoları , mağazalar mağazalar mağazalar , ne dodanlı kalmışdı ne sümerbank , ne dede kuruyemişçisi ne de atlantik sineması ,,üstelik yıllarca çekirdek eşliğinde filmler seyrettiğimiz çiçek sinaması yerine birde cami dikilmişdi çınaraltına ! ama heryerde ne dile ait olduğu belli olmayan markalar bas bas bağırmakda baksanıza …

Kadiköeye vardığımda bambaşka bir keşmekeş beklemekde idi beni, 250 gram kıyma aldığım yalçındağ kasabı bile yerli yerinde dursada köprülerin altından çok suların akdığı besbelliydi !

Minibüsler otobüsler insanlar ve kaymakamlık kenarına sıkışmış mink park bile çığlık çığlığa !

Aynı iskele ilinti gibi orda dursa da önündeki prefabrike ilavesiyle göze parmak sokarcasına yıkılmakda ayakda..

yüzer iskeleden jetonla vapura biniyorum omuzlarım düşük.. üniformalı bir güvenlik görevlisi şaşırtıyor beni ,,
açıkda durmak yasak sigara içmek yasak yassak !
Denizcilik Bankası çokdan ibonun nağmalreinde ido !
Sınıf farkı kalmamış belli ki devreye girmiş kimbilir hangi homo ! cumhurbaşkanlığı kadınında frak olmuş yoyo.ama sınıfa da gerek kalmamış zaten yok üstü başı temiz yıkanmış evlerindeki deterjan olsa omo !

Başımda biraz daha iniyor öne şaşkın bakışlarından ahalinin, beyaz önlüklü çaycının yolunu gözlemekdeyim ama simit atmakda yasak artık martılara da,

Vapurun kıçında tarihi yarımadaya yol alırken istanbulun avrupa yakasının göğsüne saplanmış sahte emperyalizmin imparatorluk kuleleri fışkırıyor silüetten , gözlerimi kapıyorum ağlamamak için hicabetten …

Köpüren pervane suları sanki sürekli beni çağrıyor
Kendimi bırakmak geçiyor aklımdan marmaranın kollarına bir kez daha ama ölümsüz aşkla kavuşup ayrılmamacasına

Birkaç pervane darbesini hissetmiyorum bile karanlık ve soğukdan , canhıraş bir hamle ile yukarı atıyor akıntı son kez beni, gözümün önünde can çekişen istanbulumun silüeti
Ağlamak istiyorum
Ama gözlerim artık yok ki !

5 Temmuz 2010 Pazartesi

TOP'LU İĞNE 37...

Bu kez 11 000 metredyiz!


Uçağın camından aşağıya baktığımda tüm Avrupa, mahcub bir bulut örtüsünün altına saklanmış . Ancak, elimdeki yağlı kara mürekkebli güzide türk medyası gazeteleri gerçekden bu sabah kıçını açıkda bırakarak epey harikalar yaratmış,

Hoş daha önceki sabahları bildiğimden değil ahkamın;
Almam ben bu yayınları . Çünkü haramdır mastübatif stratejilerini okumak .
Bunların pisliğini sokmam evime ve iş yerime gerekmez millete illeti okutmak..
Cenabet yaşamlarında açlık çeker kursakları , her yanıyla yalanlarıyla sanki basmışlar sanki cehennemin kitabını !

Bu sabaha gelelim .
TK Paris uçağında leş gibi kokan business kalas ekmeklerini ve de bayat tavuk kokan beklemiş yağlı böreği geri verince bir başka hoş oluyor insan apronda deve kesen zihniyetin yaptıklarıyla zarureten.

Herneyse ..
Bırakalım kendi hallerine de sadede gelelim.
Dar ül Selaam dan, Dar ül Ziyafe hayali ile Dar ül Acezeye düşecekler bugünkü mevkilerinin yerine !...

Büyük, büs büyük olduk vesselam ,
Lüks kiralık arabalar ile alışın verişin merkezlerinde kıdem yarıştıranların pespaye haberinin yanında daha nice pejmurde kılıklı karı dökülmüş ortalığa ancak Bodrum plajlarında orası burası ''Very'' meydanında mutlaka!
Tepside servis olsa dilimlenirde sunulur,amma velakin bunlarınki sanırsın amme hizmeti .. Az kaldı.
Birkaç haftaya kıvrak bozması dansöz dönmesi kazsolistler ve de yat müptelası görgüsüz editörler de dökülecek yakında ekranlara nasılsa...
Ha bu arada 3-5 lünpen tv zamparası ve kop kop apaçileride garnitür olarak elbetde ...

Ama konum bunlarla ilgili değil 2A koltuğumda .
Aylardır görmediğim ne çok köşe yazarı varmış meğer !
Bunlar amipsel bölünüp sporlanarak mı çoğalırmış sorusunu sordurmuyor değiller insana!
Hepsi birer adet vesikalık resim ile köşelerini kapmışlar !
Biometrik olsa vize sorunlarıda kalmazdı; ama zaten neden olsun ki ?
Yazılarına göz atınca nelere göt attıkları anlaşılmıyor değil ki !
Her biri birer distirbitör olmuş sokuşturup duruyorar cahil sandıkları Türkiye Cumhuriyeti halkına ordan burda kulak dolgunluğu ile arkaladıkları bilgi kirliliğini ! .
O da ne?
Bir mankenin kukusunda kaşıkçı elması motifi de var valla !
200 gram ete bak sen nelere kadirmiş !
Erkek donu yapsalarda ona da zümrütlü hançeri işleseler bari !
Ne merakmış bu Osmanlı hayali !
Ben anlamam cahilim !
Atatürk izinde doğdum.
Hiç izin yapmadan onun yolundan yürüyüp öyle can vereceğim !
Osmanlının ve daha eskilerinin arşivleri açılmadan hep temkinliyim !
Damat Abraham ve Damat Ferit arasında ikilemlemeyelim:))

Nasıl olsa nerede ise sömürgeleştirilmek istenen yurdumda zenginlerin , askerlerin, siyasilerin ve gazatecilerin çocukları şehit olmuyor asla !

Geçen ay Yeni Harman'dan ağzı yanan Yavuz Semerci, o gün GYY yi aramış korkusunu ve kaygısını açıkca dile getirmişdi . Sonra dergi bulunamamış tekrar piyasada görüldüğünde kapak değişmiş roportajımda yarı yarıya kesilmişdi..

Korktukları şeye bakın !
'' Bugün iktidarın tepesinde olan bazı adamlar benim koynumdan geçti ! ''

Peki ya ayna onlara tutulursa ne olur ?

Hıncını alamamış kulunçların , apartçı iş adamlarına genç oğlan ve çalışan (!) manken pazarladığı, ihale takipçiliğinden ve de avantadan libidolarının faraşa döndüğü ,
Her konuda ahkam kesen her boku bilirlerin saçam sapan iddalar ile birbirlerini okumakdan halkın ve dünyanın ne olduğunun iç yüzünü örttüğü,
eski tetikçilerin bu gün danışman , eski haber okuyucu sakallıların bu gün burjuva olduğu , kiralık kadınların bir batımda kimbilir kimden kaç tane doğurup hanımefendiliğe soyunduğu, Benny Hill'den aliminyum kağıtlı sahan, Abdül Cambaz'dan bozma ama Turhan Selçuk Türkçesinden bihaber olan bazıları Varoşlara kayan yada biraz daha horoz Nuri olan devşirme komedyen bolluğu .. .. Hele birde güzide sosyete varki ! Artık o beylerin çok azı kendi karısı ile resim verir olmuş ! Karılar ölmüş hepsi birer metres bulmuş sonra da karı diye koynuna sokmuş !

Ha bu arada E.G.M. nin istihaberat ve bilgi network ihalesi iptal edilerek değişmiş, ilk firmanın teknik ekipmanı kullanımda kalmış yeni ihaleyi alan şirket ise teslimat yapmamış bundan kimene değil mi ?
Kimene Anna'dan !
Kime ne 64 ton altından !
Kimene meclis lokantasında iş bulan Lares Parkada kayda alınadan!
Kime ne şehid'den kimene fakirden ! Nasılsa herşey Fakri zaruretden !


Gammazcı desem suç olaak kılıklı Mehmet Yılmaz'ın çakma somon füme tadındaki civalı yazısı yine altındaki ihtiras ve hariseti pek saklayamamış..
Patroniçelerinin ana- kız demodelikde yarışan kılıkları ise tam otel lobilerindeki geçmişi hatırlatıyor 55 yıl sonra !
Herhalde o kristal maketler de Ankara Esenboğa terminalindeki işportolardan sipariş :))
Ama Turizme bu kadar meraklı olanlar kendi turizm şirketinin ışıl ışıl olmayan pislik dolu kaldırımlarını ve de şöförlerinin ödenmeyen maaşlarını hiç telafuz etmez nedense ?

Sonra leş gibi bakan ama leş gibi de kokan bir sürü rabbi-esiri silinmiş surat resmi başlıyor her sayfada , kimi siyah beyaz kimi renkli ! Kimi düşmanıyla gizli görüşmede , kimi akrep kılıklı magazin kıraliçesinin dolduruşuyla kocasını öldürme derdinde ..Kimi kertenkele kılıklı uçak şirketini halka açıyor, kimi ise yemek verdim uçaklara ihracatcı belgesi ver diye bağırıyor..

Halbu ki Kültür 2010 da adeta fışkırıyor ancak kara delik misali ters yönde ....
Keriz kereviz bir furyadır gidiyor Mesut Yar Şafağa gaz veriyor Morgül Banderas kesiliyor,Seba 12 yaş küçüğüne geveliyor, kimi 3 çocukla geviş getiriyor..
Kimi Clevland kimi Harward , ah nerde bu bolluk yeme de yanında yat !

Kimi zifaf yaşamadan mahkemelik, kimi zaten çantada keklik..
Bankamatik memeuru kılıklı medya patronları ve yandaş, paydaş ve yoldaş arkadaşları el ele biraz daha sıvıyor ortalığı göz göre gere..
Ve biraz daha sağduyumuz zorlanıyor göğüs gere gere .
Ancak Bir müddet daha hadlerini bilmezlerse kim kimin koynunda kim kimden nemalanmakda belgeleri ile sokacğım bir yerlerine hemde genirte genirte !!!

Yeter artık midim bulanıyor !
Biraz daha idare ederim. Ancak tutumları amele dönüşürse defekasyonumla beslettiririm !,
Madem artık gizli reklam serbestmiş buyrun seri sonu ve özürü mümkün olmayacak sonunuza derim !

Terzi Yamağı
2 temmuz İsviçre semaları ..

28 Haziran 2010 Pazartesi

TOP'LU İĞNE 38 MARMAROS...

Ne çabuk geçermiş zaman,
bazen derdimize sanki olmuyor derman.

Birkez daha Marmara Denizi'ndeyim vesselam,
bu kez elde kalem yok ama klavyemde saklı malum zatlara ferman..

Kocamış yorgun kent İstanbul geride, az önce bindiğim iskelenin berisinde kalmışken, kulağımda Vasilis Stamatis' den bir sakin müzik dalmışım işte yine düşlerimdeki saklı bahçelerden bereket aşırmaya ....

Kalabalık ve güruh halindeki yolcudan soyutlanmanın yolu belkide bu boşalım..

Aydın pırıl pırıl gençlerin olduğu bir başka hizmet ortamına Edremit'e Rotaract'a yolalamkdayım..

Hemen helanın yanındayım ,
Recep İvedik misali eli bacakarasında oynaşan,
her koltuğa bir delik bulurmuyum ümidiyle göz atan bir ton primat kılıklı adam girip çıkmakda sıcak hava üflemeli makina sesi fışkıran helaya..
Koltuk 658 Orta salon...
Zaten açılımına sıçayım derdim olmuş katılım ...
Karman çorman bir yolcu profili..

Bir yanda modern olacağım derken rezil olabilmiş birkaç tatil kumrusu çift, kimi yanda sabahım 5 inde nasıl mizmapli yaptırdığını çözemediğim 70 ler mirasları..
Kiminde çarşaf kiminde at kuyruğu tokası ..
Kimi kravatlı kimi göğüskıllarında hazinesi saklı bir sürü bey ..
Tam Bir İdo klasiği anlayacağınız..


Hoş çömbürdek çömlek kılıklı, Amerikan gözlüklü ve gömlekleri ümmüklü dolu ya bu ara mecra. Eh, burda da polyester pardösülü ve başörtülü yahudi malı eşarplısıda ger ger gerinip dökülmüşdü ortalığa.. Azınlık olmanın gururu mu, sorunu mu bilmem ama bir garip duygu işte akla düşen imgedeki simgesiz şekiller..
Her seferinde ele avuca sığmayan ama elde avuçda da bir şey bırakmayan yaşamın savaşçısı olmak değil mi geleceğe emeller ?

Çarna çar çığlıklarla ortalıkda tabanlarını hafif döşemeye çaka çaka koşuşturan bir veledi zina ordusu da cabası.. Yeşil ördek türküsünün detone çığlıkları ise herşeye rağmen 24 nolu kanalın bir yerlerinden çığırtkanlık yapmaya devam etmekde ...

Tüm bu tekdişli canavarın dışkısına dönüşmüş medeni cehaletin kol gezdiği seferde bir başka şey dikkatimi çekiyor..

Hemen önümdeki koltukda oturan 3-4 yaşlarındaki minicik bir kız çocuğu..
Kocaman gözleri önündeki boyama kitabına odaklanmış ama kalemleri etrafa saçılmadan yerlerinde kalakalmış., O, diğerlerinin aksine büfeye gitmiş ebeveyninin tembihleri ile kendi dünyasında ve sanki yetişkin bir hanımefendi ...
Derken baam !
Hemen yanımdaki zemine tuvaletten gülle gibi fırlayarak tosun ama bakışları koyun bir oğlan cocuğu yapışıveriyor..Ardındaki badem bıyıklı babası kıvrık paçaları benek benek ıslak olduğu halde kolundan kaldırıarak doğrultuveriyor hızla.. Len eşşoğlu .. çaaat !
Kafaya bir de tokat .....

Küçük kız da hafif bir yan bakışla konuya ilgisini belli ediyor..Omuzlarını vakurca silkip, önündeki işe dikkatini vermeye devam ediyor ama ağır çekim bir durum onaylamayan baş savurması ile...

Laydies end centiğlmens...yolcucluk sırasında lütfen çocuklarınızı yanınızdan ayırmayınız anonsu gelmekde de gecikmiyor b dramanın ardından..

Ben bu satırları canlı yayın misali karalarken, önümdeki meleğin ailesi ellerinde tepsi ile beliriyor koridorun başından.. Diz altı kot pantalonlu bol tünikli annesi ona sıkma portakal suyu vermek üzere eğildiğinde hemen ardındaki babasının yakasında Ataürk rozati gözüme çarpıyor..Merakımı yenemeyip haifice öne eğiliyorum ..
Ben ido'dayım ama prenses Bandırma seferinde Bandırma vapurunu renklendiriyor...
Derin bir nefes alıp hafifi bir gülümseme ile geleceğe güvenli bir ıslık atıp ardıma yaslanıyorum..
Biri Atatürkün erdemli eğitimli terbiyeli prensesi, diğeri veledi zina malum zatların piçlerinden biri...

Birinde renkli kalem diğerinde hela zeminden ele yüze bulaşmış matem...

Sözün bittiği yer hadi Marmara solumda yassı imralı büyük karşımda bozcadada ama bir kez daha bana yol ver!

Nasılsa Stmatis Vasilis de karşı kıyıdan Marmaros'u besteler!

Teriz yamağı 26 Haziran 2010