27 Ağustos 2009 Perşembe

BİR ZAMANLAR GAZETEPORT! Top'lu iğne 1

BİR ZAMANLAR GAZETEPORT!

Birgün, arkanıza dönüp bakıverdiğinizde, kaybettiklerin nefesini ensenizde aniden hissetmenin dilegelmesi zor cinsinden bir korku yaşarsınız. İşte o zaman bilinki, aslında kazandıklarınızla geçmişe karşı mücadele etmenin tam zamanıdır. Ve bir tek o an, hatalarınızın girdaplarında dalıp gidivermenin yolu sizi süzen tanıdık bakışların gizli gözetlemelerinde saklıdır.

İbretle izliyoruz ki son yıllarda, s.o.s. yetiklerimizin dünyasında bir müzayende-zade rüzgarıdır esiyor. Kim, kimin karısının tasarladığı boktan takı tasarımı bağışını (hemde ahlağın çöktüğü toplumun gözünün önünde) çalakılıç satın almaya çalışıyor? Aynı zamanda da, son yıllarda özel ve genel tüm üniversitelerimizde rektörlük binaları bile fakülte binalarından daha görkemli betonarme yapılara dönüştürülmüyor mu kasten? Vallahi ben bu topraklarda Takı Tasarımı Fakültesini bile görmüştüm.
(Bkz. aliminyum silikat ve feldisfat. Yani yukarı mezopotamyadaki çimento cevheri!...)

Bahsi geçen minerallerden bile hallice ayağı aksak adam, bu satın alma savaşında neden mi bir kez daha karısını etkileyecek? Herkesin yasal karısı öteki karısının kopyası ya, şimdi medyadan da gördüğümüz üzere eşler otel odalarında kıpraşırken karıştırılıyor da ondan.
Aynı sentetik çanta, aynı estetik, aynı şırıngadan konserve zehiri ve de 220 ye 220 çarşaflarda aynı şöför ya da bahçevan jigolo. Halbu ki karı, hem kocadan levazımı kapacak, hem de muhtemel metresinin bedelini tehayül (yani hayal) edecek. Ne kevaşe bir hayattır bu değil mi dostlar? Ben ise, bu durumlarda nedense Alanya yörüklerinin geleneksel adetlerinin hatırlanması gerekliliğine inanırım. Orada insanlar, düğün gecesi öncesi sahnelenen kınaya kadınlarını yollarlar ve armağanları o kadınlar aracılığı ile ailelerin gözlerinin önünde sunarlar. Niye mi? Belki de yeni gelin olan kınalı kuzunun aklını daha zengin bir zamparanın müstehcen mesajlı armağanı çalmasın diye! Belki de o kart zamparanın iştahı bir kez daha bir başka günahsıza kabarmasın diye...
Bende, Hacer-ül Esvet misali bir müzayede ortasına düşmüştüm bir kez. O gece de, hesapta kamusal sorumluluk bilincindeki farmakoloji metresi millet, inceden inceden kardiyolojiyi kullanarak dalga geçiyordu. Birazdan sahne alacak bol çocuklu, kıvrakkase kazsolist için ise sahne parlak ışıklara ile o enayilerin gözlerini bir kez daha almaya hazırlanıyordu. O da ne? Onun bunun mini etekli geçkin metresi haylaz bir aşifte, üçbeş kırıntı takısını bağışlamış birde etrafa ahkam kesiyor. Aman bir kıyamet, bir kıyamet. Binlerce yeni lira gösteriş adamlarınca havada uçuşturulurken, dekolte müptelası katarak bağlamış gözler, şişirilmiş ve katamaran kılıklı korselerde serpiştirilmiş memelerde yeşil ışık arıyordu. Aynen bir zamanlara Sicilya saraylarındaki davetlerdeki gibi. Yok mu arttıran? Satıyorum satıyorum saaağğğt-tım! Naraları sinsice kol geziyordu...

Masadaki güngörmüş geçirmiş bayanlardan birinden salvoyu yemekte pek geç kalmış sayılmıyorum. "Hadi Yamak, bir teklifte sen sür bakalım." Bir an vicdanımla başbaşa kalıp irkiliyorum. Amaç hayıra mı, hıyara mı yoksa kışlık yakıta mı gidecek bilemiyorum?
Aklım vicdanıma canhıraş çığlıklarla çarpıyor ve ağzımdan şu sözler dökülüveriyor.
"İyi de hanımefendi. mal cenabet!"...

Burada bitmiyor elbette. Ama bir sonraki nota kadar da sabretmeniz gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder