27 Ağustos 2009 Perşembe

Top’lu İğne’den “Full Moon” yani 14

Baksanıza;
Ayın ondördü gibi gerçeksi hayallerin de ondördüncüsüne gelmişiz bile.
Neva’nın (sanal sohbet arkadaşım) isteği üzerine rüyamdaki gerçeklerde bu kez mavi gömleklileri üç Belediyenin birden lağımını topladığı altı dışkı dolu bahçede bırakıp, yolumuza pembe gömlekliler ile devam edelim bakalım.

Odacı, bozacı ya da lağamcı olmadığımıza göre bu durumda yeni mevsim üzeri mesleğim gereği önce gelecekten biraz haber vermeyilim size.

Bakın bu yıl rüyalarımızda daha hangi renkler moda olacak? Pişmiş kestane pembesi desem? Türk dil kurumu Marone Puree diye bir açıklama yolları mı dersiniz?

Hazinesi tandır ama bandırma açıklarında üflenerek şişirilmiş, pişmiş kelle gibi sırıtarak çocuk kakası rengindeki paraları saçılan bütçelerimiz o sabaha karşı, rüyamda yurdumun en pahalı terzihanelerinde bahçevan ve hizmetçi kostümü diktirme yarışına girmişti.

Kızıl Haç’dan Kızıl Kimer’lere insanlığa hiyerarşi provası giydirilir mi, giydirilir.
İyi de; O kılıklara girenler, sadece mulaj giydirildiklerinin farkında mıdır ki acaba?
(mulaj: Amerikan bezinden yapılan, astardan önce vücud üzerinde ölçü almak üzere hazırlanmış kumaştan mamul kalıp giysisi)

Eeeğ; biz dike dike bu günlere geldiğimiz için şu sıralar Mediha’dan da duyduğumuz gibi bu konuda bizim de kapımız çalınmıyor değil hani!... Sadece bununla da kalınmayıp, seçim üzeri markamızdan promosyon bile yapılınabiliyor lavantamsı mebusan yani!

Ne gariptir ki, Penguen’e döndürülmüş hayatlarımızın içine edenler, o kılığın altına bu ara etek giydirme derdindeler. Erkeğe etek giydiren coğrafyamız, kadına da şimdi pantalonu sokuşturmalı diyor ve “Başını ört-kıçını aç” kıskacında herkesin birden giyim derdine düştüğünün farkına varıyorum.

Aslında altı delik pençeli hayatları yaşayan işçilerin maaşlarının betimlenmesini diliyorum... Madem bu kadar diktirme müptelası bu toplum, ben de bir dalıp bir çıktığım iğnedenlik olmuş hayallerime bu kez bir başka Top’lu İğne’mi sadece iğneli fıçının genel provası için kullanayım diyorum.

Pembe hayallere dalmış ve iyice afyonlanmış gecelerime, bir karabasan daha iniyordu o karanlığa sırtını dayamış ama aydınlığa bakan yatak odamda. Ayın ondördü, gece karabulutların ardındaki aydınlık mehtabını sanki benden saklamaya çalışıyordu mahmur gözlerimde. Aralık kalan camdan bırakın rüzgarı, sivri sinek dahi içeri giremiyordu. Arada bir kıpraşan tüllerin gölgelerinde ise ay ışığının büyülü ama hüzünlü buğusu dans ediyordu. Aynen Neruda’nın, (Güney Amerikalı bir yazar) bir zamanlar yurdumdaki yasaklı şiirinde olduğu gibi. Kıvrak dans çalımyarıyla kemerini çözüyordu sis! Ve hayallerimiz artık halojen ışıkların altındaki saray taklidi lampaderleri ile (ayaklı ışık kaynağı), tahta laleli cip salonlarında aydınlanıyordu.

Yüz yüze yanıcı kumaştan mamül (bkz. IATA uçuş güvenlik kuralları) üniformalı sarışın genç, uçuş kayıt sırasında, Dalaman’daki istasyonla Beyrut’taki Hariri suikastine sıkışmış bakışlar ile kolyelerimi süzüyordu.
-Fazla bagajınız mı var sayın yamak? Aslında keşke cebimde on gram tuluremiya ya da ebola virüsü olsaydı diyorum kendi kendime: Sanki Leyla Halid'in ruhuyla Barbaros Bin Laden oluveriyorum bir kez daha rüyamda.
-Sadece el bagajım var?
-Görebilir miyim lütfen?
-Buyrun.
-Şu cabin yazan etiketi takmanız gerekiyor.
-Koridor veya pencere?
-Farketmiyor. Ancak galiba seyahat acentam yer ayırdı.
-Mil kartınız işlenmiş ama yer ayrılmamış size.
-Fark etmez siz nereyi uygun görürseniz!
-İyi uçuşlar. Kapınız 216. Koltuk numaranız 23 B (yani ikiside değil orta koltuk olmuş nedense?) 06:45 de güvenliklerden geçip salonda olmanız gerekiyor.
-Teşekkür ederim. Size de iyi günler.
Diyerek gümrük kontrolü için pasaport yönüne ilerliyorum. Taşıt puluna benzer haracı ödemek için uğradığım Maliye Bakanlığı’nın boş masasından yeni bir uygulama bahane ile THY yolcusu olduğum için kovulup bilet satış tarafına, 13 no’lu camlı kafese yollanıyorum ve sonunda pulumu yapıştırıp pasaport kuyruğuna erişebiliyorum. Çantama kabin etiketi veren gencin bakışlarına yapışmış kırılacak etiketi de hafızama kazınmış olduğu halde hem de Bedava dağıtılan pırıl pırıl kılıklı gazetelere bulaşmadan ıskalayıp, güvenlik kamerasından, yurt dışına çıkışımın vesikalık resmini büyük ağabeyime postalattırarak transit bölgeye vardığımda başka süprizler de beni beklemiyor değil hani... Ama, mavi göklerin pembe hayalleri bir numara dar gelince de ortaya gerçekten gülünç kareler dökülüveriyor.

Öyle ki; altı uymayınca, formasını taksitle tamamlamış personelin üzerine giydirilmiş hayatlarındaki kesintiler kendi kendine acıklı bir söyleşi veriyor...

Tam kimine dolar yeşili, kimine belediye mavisi, kimene de havalı pembe giydirilmiş emanet kimlikleri “ne zaman bu insanlar sırtından çıkartacak?” derken kuruşa mahkum liramız ile yaşamaya mahkum edilişlerini görüyorum. Yönetim kurulu üyelerinin golf otellerinde yeşermeyecek ki bu topraklardaki aydınlık hayaller. Sezar’ın tacını kendilerine Kaligula edası ile kartvizit yapanlara sesleniyorum. Yurduma kara çarşaf giydirmeyi düşleyen kara gönüller ordusu giriveriyor bir kez daha rüyama. Kanlar nasıl olsa göle dönmüş kanlı ceplerden kaçarcasına ortaya dökülüveriyor ve ortalık kan çölüne dönüşüveriyor. Kan bu, rüya bozulur diyorlar. Takma kafana... Olmuyor. Öyle kolay uyandırılamıyor işte televizyon mahkumu bazı aşağılık proleterya! Yüksek burjuvaya yakışır abuk bir yüklemenin ardından, pembe, üst sınıf yolcu perdesi bir kez daha yüzümüze kapanıyor. Londra Stansed’den gelen 737 tipi kliması bozuk uçak içi karasinek dolu olarak Antalya’ya havalanıyor.

Temizlenmemiş tuvaletlerin kokusunda hala sabah mahmurluğumuz.

Bu durumda Mahmureye dönerek şikayet mektubumu yazıyorum ama onların postası biz bu cehennemdekilere değil, galiba sadece kendi ceplerindeki cennete ulaşıyor. Böyelece, o kırılacak etiketi yapışmış personelin gözlerinden, pembe peçetelerden sandviç, zemzem bardağından da su ikramıda sunuluyor tabuta benzeyen karton nesnelerde! Kıllı kolllardan biri daha içki servisini reddederek istifa ederken rüyamde bile istifra etmeye zorlanıyorum. bilmeden yediğim, -içinde domuz eti yoktur- yazılı sandviçten.
Bu kabusta bunlar olurken, diğer kurguda yetişmiş ve tecrübeli personel de emekliye sevkediliyor. Kanadımın kolunun kopuşunun sarsıntısıyla değil grev dalgalarının borozanıyla uyanıyorum şimdi de. Uç uç böceğim. Annen sana mes, fes ve Davud’un yıldızını alacak; terlik papuç çoktan zebil. Kon kon kelebek olmuşsun; Koşarize mönülü (Yahudilerin dini itikatlara gereği özel hazırlanmış yiyeceklerden oluşan liste) ve altın bilezikli düğüne takı merasimi bile olmuş bu ara reklamlardaki Oral Eğil!...

Arkanda rap rap asker yok ama bu kez grev sesleri hala haberinde bile değil!
Çifte kavrulmuş bisküvite benzer rüyamdan uyanınca hemen kahvechiye bağırdım; kahvaltımın öncesine sığınıyorum ve hayata inatla devam ediyorum.

Azimle o sabah bir kez daha dışkılayıp, mermere cezamın günlüğünü ispatlayan bir çiziğimi daha çekiyorum. Teharata sürülmüş gözlüklerdeki, başka renk bakışlar ile yeni bir renkte rüyaya dalmak üzere siestaya yorganımı denkliyorum...

Terzi Yamağı

14.08.2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder