27 Ağustos 2009 Perşembe

Top'lu İğne 7

Hatırlarsınız, evvelden kelepçe dedik.
1970’lerdeki Meşede olayını hatırlayanınız var mı peki?
Hani, ilk etapta Kara Humma sanılan hastalık, aslında o ibriklerden akıtılan hayatların kurbanlarıydı.
Çiçek bir kez daha açmıştı.
O yıllarda kollarıma attırılan çiziklere ne çok kızmıştım.
Meğerse o çizikler, bu konuda hayatta kalmamı karneye bağlamış soğuk damgalarmış.
Bugün o üretim artık yeniden yapılabilse bile, bu topraklardaki 30 yaşın altını kurtarmaya yetişemeyecek gibi görünüyor.
Yersiniya Pestis, yani vebaya dokunmayalım da gülelim biraz.
Çünkü onlar, malum büyük salonlarda, Hasanpaşa palankası misali karaborsada satılan hayali menpetslerimizden rahatsız olmadan hala ceylan derisi oturaklar ile kıçlarını cilalamaya devam ediyorlar...
İşte o nedenle, bugün, bu müflis hayatlara biraz daha yakından bakmanın yollarını arıyoruz.
Hemen canlı bombaya dönüşmeden, malum topraklarda kamu otobüslerinin kapılarına yerleştirilen sensörlü ve otomatik bariyerler gibi davranıyoruz.
Unutmayın;içerdeki patlama dışarıdakinden her zaman daha da güçlü olacaktır...
Bizans’ın duvarları misali hendekleri kazıp yanlarına ayak izi kalsın diye kum mu sıvayacaklar yani şimdi?
Sonra kentlerin lüks sitelerinde ikamet eden böceksi pespayeleri korumak için, siyanürden beşyüz kat daha etkili, jiletli ve askari tip özel örgülerin altına saklanmış gardiumlarının g.p.r.s. lerine de mi figurasyon yaptıracaklar.
Varsın yaptırsınlar bakalım.
Bizde daha da güçlüsü var elbet.
Belki de daha dişlisi var. Hatta, Halepçe’de kullanılan Sarin gazına karşın eşdeğer bir kimliğe dönüşmemenin zamanıdır.
Fasıl değil, asıl terörü durduracak kavramda, bu durumda renksiz ve kokusuz olmalıdır.

Ne Ofro’lara, ne de mostralıklara hatta Sensoria’lara asla takılmamalıdır.
Belkide bu cinsiyetsiz ve ne idüğü belirsiz akılların robotları o adamları Volver’ler ile korudukça 70 metreden daha fazla mesafede güvenlik sağlayamadıklarından pek de işe yaramıyorlar.
Oysa, tarlalarımızdaki üre denen suni gübreden bihaberken;aynı anda birkaç kamyonetle koca binaları güpegündüz işetebiliyorlar.
Üstelik eş zamanlı saldırılarla.
Oysa biz bu coğrafyalarda terörle değil elörgüsü ile yönetilmeye hazırlanmamışmıydık?

Atometrik tamaların sonuçları da nerede ise hazır değil miydi?
Sentinel 2’ bile bu aralar pek olumlu rapor verememekte.
Yoksa patlamaya hazır mıyız? La Boom!
Ünlü bir Fransız sinema filmini değil Hollywood’u hatırlayın.
Oklahoma değil, lazım olan oklava bence bunlara.
Karıları tahta sinide hamur yoğurmaktan zörtlü çeker Amerikan’a bindiğinde zaten kocasıda çoktan eşşek kılıklı pavyondan ilhak bir kocamış karıya binmiş oluyor. Buyurun bu kez bu halk terinine. İkinci mevkiinin tahta çubuklu kanepelerine karton mavi bir biletiniz var. Önüne malum sermayenin benzin istasyonu koyulduğu tarihi garımızdan usulca kalkıyoruz.
Demir oksitten kızarmış, sefaletten çatlamış ahşap ray traveslerin üzerinde yavaşça geçmişe yol amaya hazırlanıyoruz. Halkalı denen son duraktaki o turnike denen geri dönüş halkasına okul yıllarımda kaçtığım bugünkü toplukonut bölgesinde biten kentin sokaklarında şimdi yerlerin altına nereye gittiğimiz belirleyemeyen ithal raylar döşüyoruz.
Birden dimalarımdaki kesif duman yeniden aralanıyor.
Anabala Pasajı’nın o günlerdeki şaşaalı yıllarına dönüyorum. Hızlandıkça beni adeta hipnoz eden yol işaretlerin gözlerimden hızla akdıkça adeta tekerleğin hızlandığında geriye dönüşen yanılsama algılaması hayatımı hızlanarak bana yeniden göstermeye korkmadan teşebbüs ediyor. Ben biçare o akışın kollarına bırakıyorum kendimi.
Bulgaristan üzerinden Almanya’ya kalkan trenlerin keşmekeşine saplanıyorum.
Belkide çocukluğumun hayallerine endekslemek lazım devamını.
Haftaya akılda kalan kompartımanı düşleyelim bakalım.

12.07.2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder