27 Ağustos 2009 Perşembe

Top'lı İğne 10

Televizyon programı buluşmaları

“Sözü süzmenin manası yoktu ya, nasıl olsa rafine de edilemiyordu. Nedense sızınca daha lezzetli oluyordu” demiştim. Kese kağıdına yazdığım, musa doları yeşili mürekkeple metazori bastırttığım ve Washington portakalı kokulu olan maluum kurgumda hani. Kısaca yazdığıma pişman olduğum kitabımda... Bir yandan elde kalmış başka kitapların bandrolleri ile benden habersiz satışa sunulmuş yasa içi kopyalarımızı buluyorum, bir yandan da sözleşmeye aykırı kalitede üretimlerini bana sokuşturup aptal yerine konacağımı gözümle görünce yazmaktan bile vazgeçeceğimi zannettikleri embesil stratejilerini aslında. Beyin bu duramıyor ve düşünüyon işte. Ucuz küçük hayallerimdeki lüks semtin rezidans arayışlarına mahkum zihniyet çoktan bozuk paraya harcanmış da haberi yok besbelli!... Olsun laf olsun torba dolsun misali uyanıyorum rüyamdan. Bir de ne göreyim. Ayrılıkçı Ermenisi , siyonist Yahudisi, maviden pembeye dönüşmüş nüfus kağıtlı kiralık anne arayan Türk, hatta kuyruklu olduğu iddalarına maruz kalmış Kürdü ne yapıor bilmem ama hepsinden soyutlayıp insan olma çabama hiçbir azınlığın gücünün yetemeyeceğini hergün biraz daha anlıyorum. Üstelik bunları teammüden söylüyorum desem çok mu kışkırtıcı ilan edilirim dersiniz?... Zaten ne zaman provakatör ilan edilmedin ki desenize içinizden! Bir kez daha, az önce uzun soluklu toplantısından çıktığım bir televizyon programı teklifi buluşmasından sonra hırsla oturuyorum sözcüm olan klavyenin başına. “Anlat bakalım arkadaş formatın ne?” Dığ nığ nınn, Dığ nığ nığn!... Yayın başlıyormuş oysa Eylül’de de haberimiz olmamış. On zavallı halktan kurbanın, on acımasız halk celladı da umut tacirlerinin balo salonunun sahnesinde otlayacakmış. İranlı ortak bir yandan yarım Türkçesi ile izlerken ulu manituları düşünürleri ise söze şöyle giriyormuş:
-Ortada Şaman bir bilge dede saç kesmektedir. Saç kutsaldır bilirsiniz!
-İyi de kardeşim bu ülke sünni. Şamanlık nereden çıktı şimdi?
-Tamam peki Otacı olsun.
-Olsun da. Saç kesmeyle şifanın ilgisi ne? Sonra ben kıldan, tüyden ve traştan anlamam ki. Benim bu konuyla ilgim ne?
-Yanınızda Özlem Tekin oturacak. Rockçuların saçları değişik olur.
-Peki ben ne diyebilirim ki şimdi bu konuda?
-Bilirsiniz saça kimyasal sürülüyor yani beyine yakın yerlere. Kozmetik ile de zehirleniyor insanlarımız.
-Eeee! Sonra...
-İşte Farmakoloji ve kimya monopolleri hep yapıyor bunu. İnsanları didaktif olarak eğiteceğiz bu programda. Afrikalı kadınların saçlarını bile öğreteceğiz.
-Peki ana sponsorunuz kim? Erkekler niye izlesin ki bu yarışmayı?
-Saç boyası ya da şampuancılar elbette Barbaros bey.
- Anlamadım kardeşim. Peki bu yanlışı kim dile getirecek?
- Sivri diliniz ile siz elbette!
-Olmaz kardeşim olmaz. Botulinyum zehirine bir kez daha bulaştırmayın beni.
Barbarosunuz kalmadıysa Barborossa verin gitsin! Bir başka projeniz varsa da saçınızı kestirin de öyle gelin bari.
-Ya ne olur kusura bakmayın akşam çok televizyon izledim de kafam dalgın biraz.

İçine edilesi hayatları yoktan yaratan, sonra da yok pahasına satan televizyonlar bir kez daha acımasız buzdan sarkıtlarından birini koparıp kalbimin derinliklerine yolluyor. Bir kez daha buz kesiyordu aklımı oksijenliyen kan damarlarımı.
Düşüncelerimi azot misali dondurmaya ve herşeye rağmen dilimi tutmaya çalışıyorum. Dedim ya, Semra’nın Ata’sı Adana’da otel odasında öldüyse, Barış’ı Trafik canavarına kurban verdiren bu sermaye ne yapmaya çalışıyor şimdi? Savaş’ı yaşatmaya çalışıyor her hareketinde. Tam o sırada girişteki telefon çalıyor ve Sn. Balçiçek Pamir o gün görüşme için gelemeyeceğini bildiriyor. Sabah gazetesinin (kendisine bağlanırken) telefon hattından Türk sanat müziği nağmeleri dinlerken, santralden gelen Türk Hava Yollarının kabin içi müziklerini anımsıyorum. Heybeli’de mehtaba çıkartılan ruhuma gülsuyu serpiveriliyor. Televizyon rüyamı haftaya atıp işimin başına, etek boyuna, provaya yeniden dalıyorum. Dike dike yaşadığım hayatın düğümlerine bir kez daha tutsak kalıyorum.

Dığ nığ nığn, dığ nığ nığn ve de bir kez daha dığ nığ nığın... Olmadı işte! Şu lanet olası televizyona çıkamadım bir türlü. Belki başka bahara kaldı bu hikaye ama zaten şimdi sonbahara giriyoruz. O yüzden hep birlikte kendimizi Mesut Yar da izliyoruz. (bu benim) Yine hazan rüzgarları esecek. Yine yapraklar solacak. Yine yaprakların peşi sıra sürüklenen rüzgarların nağmelerinde bizde sürüklenip gidivereceğiz çaresizlikten...
Nereye mi sormayın sakın? Herkesin gittiği yere Dığ nığ nığn, dığ nığ nığn...

09.08.2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder