27 Ağustos 2009 Perşembe

TOP’LU İĞNE 3

Eh konu darı ambarlarında yeşertilen pastorize sütlere teğet geçince bir "köşeli" kapmış karıyı hatırlarım bende. Veledine makamındaki besteyi kuran-ı kerim sanmış yandaş günlerdeyiz o zaman. Devrin anal tencere pazarlayan iflas şirketi, kanalında "defilede kuran okundu" sloganıyla yayın yapıyor. Bu sermayeden epey maharetli patron aynı zamanda bir nostaljik pavyon kraliçesinde dıllah sallıyor.

Bu bahse konu, köşe kapmış karı bana: "Aaa. Ben bilirim. Yanlış bu yaptığınız" diyor. Her elzemde, putperest yaklaşımları ile cinayet mahallerine karanfil seren düşkün kimliğini hiç erinmeden ukala bir tavırla yanıtlıyorum: "O Ömer Hayyam'ın Su ve Kum şiirinin İranlı sanatkar Abed Azri 'den yorumu. " Bunun ardından ikinci çinko sorusu amatör bir tokat gibi patlıyor kulaklarımda. "Benim babam büyükelçiydi. Ben den iyi mi bileceksiniz?" Kan beyine çıkar mı çıkar! O zaman da dışkı ağıza geviş olur mu olur. Hemen kabinden cd kabını getirtiyorum. Tıs pısss!. Hemen yanında dikilen, halkevleri kapatılmadan dikilmiş buklet tayörlü anası da ondan daha fıs tıs ediyor diyerek gülüp geçiyorum bir kez daha bu asalak ahmaklara. Hey gidi çamaşırcı karısı aşifte. Kızılcıklar oldu mu şimdi dersin?

Aradan zaman geçiyor ve o kadın birgün yine bende. Çalışacağı yere, eşi henüz göçmüş güçlü adamla ilk kez el ele gidecek. Hemen koleksiyondan sırtı göte değesi açık bir ampir gösteri elbisesi giyiyor. Hemde kutsal kitaba endekslenmiş söz konusu polemik yapılmış defileden. Kendi müstehcen dekoltesini aynada gördüğünde ise kaygan zeminli ruhunun, o zavallı müptelalaşmış Ege Havzası nın Diana'sının şevhetinin tüm çıplaklığını gözlerinde görüyorum. Akıllıca aynayı dikizine ayarlayıp bana fikrimi soruyor; "Ama bu çok açık. Ne derler sonra? " Bende zaman kaybı mı olur? "Rica ederim Süratli Hanım, siz arkasından bakılacak kadınsınız!" Zat zaten o an o aynada değil aksine flaşların patladığı basın fuayesinde. Çamışırından bile nefret eder ibareler ile davettekilere iadeli taahütlü davetiye yolluyor. Örümcek kadının öpücüğü bile o çamaşırhanede okunmaz ama haydi hayırlısı diyorum. Giysisi paketleniyor. Kötek eşşek meselelerini nesiller iyi söylemiş. Yıllar sonra ünlenmiş zat-ı aliyeleri birkez daha karşılaştığımızda bana o günkü yaşananlarını anlatıyor. "Biliyormusunuz. O sözünüze, o gün o giysiyi satın almışdım.(satın almak bedel ödemek gerektirir. Parası hiç gelmemiş idi.Sonra da bir beyaz empirme kestirip ortadan kaybolmuştu ya neyse) Ama o kadar dekolte idi ki asla kullanamadım!.Bak sen..Belki de Atalarımızın telafuz ettirebildiği bir W. Churchill sözü hatırlayalım. En büyük karmaşalardan en yalın çözümler doğar.! Halbuki hayatını aklıyla değil kıçıyla yönetenler var.
" Satmışım anasını" şarkısını dilime dolayıp, ufak ufak geğirti kılıklı karının yanından uzaklaşıp, kokteyl salonunun dibindeki köfte ekmek büfesinde iştahımı bastırmak üzere hemen oradan ikiliyorum. Ya alta, ya da üste üçgenleşmiş hedeonistlerin basen genişletme savaş meydadında zorlukla ilerleyip, meyvelerin bulunduğu nispeten tenha bölümde kendime otonomik bir yer açıyorum..

O da ne? Dersiniz ki sanki yerli malı haftası. Yeni Zellanda' dan üzüm, Kameron Duala' dan Gambas, berisinde Kongo Kinşasa' dan ananas, biraz ilerisinde Fildişi Sahili'nden baba muz hevenkleri.. Daha neler neler. Frambuvazdan (ahududu bilirdik ya neyse!) tutun da; garip, yıldız şekilli dilimlere, eşek hıyarını andıran dikenlilerden Madagaskar mangosuna dek her tür tropik meyve dizilmiş nobran kimlikleri ile müsabaka ediyor.Yaya geçitlerinde çiğnenmiş leblebi şekeri tadında hayallerimin un ufak edilişini ibretle bir kez daha anımsıyorum. Eski boşa kaktıranların -Gulu Gulu- dansındaki muz cumhuriyetlerinde, hayallerimin lambaları bir kez daha yanıp sönüyor hışımla. Tencere, tava ve kepçe sesi zannetiğimin, aslında midemden gelen açlığın kazıntı gurultusu olduğunu anlamakta da pek geç kalmıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder